VAR OLMANIN GÜCÜ- ECKHART TOLLE (ÖZET VE TANITIM)
Orjinal Adı:
A New Earth
Yayın Tarihi: 2006
Koridor Yayıncılık
310 sayfa
KİTAP HAKKINDA:
Kitabı 3. kez okudum. her okuduğumda farklı yaş evresinde ve ve farklı psikolojiler içerisindeydim. kitap tam bir başyapıt ve her evde bulunması gerekiyor. kitap doğu uygulamalarının (budizm, hinduiz, zen) bir özeti konumunda. farkındalık ve aydınla öğelerini en iyi anlatan kişilerden birisi eckhart tolle. diğeri de osho. kitap ego'dan kaynaklı sorunlarla baş etmede büyük yol gösterici. kitap belli bir entellüktüel birikim sahibi olanlarda ve çeşitli nedenlerle acı çekmiş olanlarda daha da etkili. ilginç şekilde insanı yormuyor ve içine çekiyor. ego, farkındalık, dinginlik, çoşku, acı beden gibi konularda daha fazla aydınlanma yaşamamıza izin veriyor
VAR OLMANIN GÜCÜ KİTAP ÖZETİ:
Egoya karşı savaşıp
kazanmanız mümkün değildir, çünkü karanlıkla savaşmış gibi olursunuz. Gerekli
olan şey sadece bilincin ışığıdır. Siz o ışıksınız.
çoğu insanların "normal" zihin durumlarının
bozukluk ve hatta delilik diyebileceğimiz şekilde olmasıdır. Hinduizm'in
temelindeki belli öğretiler, bu bozukluğu kolektif zihinsel rahatsızlığa yakın
bir şekilde görmektedir ve buna "aldanma perdesi" anlamına gelen maya
adını vermektedir. Budizm farklı terimler kullanmaktadır. Buda'ya göre,
insan zihni normal durumundayken dukkha üretir ve bu da acı çekme,
tatminsizlik veya keder olarak tercüme edilebilir. Buda, bunu insanın doğal bir
özelliği olarak görür.
Kolektif insan bilinç bozukluğu, tarihin daha eski çağlarına
kadar uzanmaktadır. Aslında insanlık tarihi, bir delilik tarihi olarak bile
adlandırılabilir. Eğer insanlık tarihi tek bir insanın geçmişi gibi klinik vaka
olarak incelenebilseydi, teşhis muhtemelen şöyle olurdu: Kronik paranoid
hayaller, patolojik cinayet eğilimi, aşırı şiddet eylemleri ve bilinçaltının
kendini dışavurumunun bir ifadesi olarak belirlenen "düşmanlara"
karşı inanılmaz bir zalimlik. En kısa tanımıyla, tehlikeli deli!
İyi olmaya çalışarak
iyi olamazsınız ama zaten içinizde var olan iyiliği bularak ve o iyiliğin
ortaya çıkmasına izin vererek bunu yapabilirsiniz.
Çoğu antik dinler ve ruhsal gelenekler, belli bir görüşü
paylaşırlar: "Normal" zihin durumumuzun, temel bir bozukluk içerdiği
görüşünü. Ne var ki bu görüşten insan doğasına bir geçiş yaptığımızda - buna
kötü haber diyebiliriz - ikinci bir görüşle karşılaşırız: İnsan bilincinin
radikal bir değişim gerçekleştirme olasılığı, yani iyi haber. Hindu
öğretilerinde - bazen Budizm'de de - bu değişime aydınlanma adı verilir.
İsa'nın öğretilerinde, aynı kavram kurtuluş olarak geçer ve Budizm'de de
acı çekmenin sonu olarak tanımlanır. Özgürlük ve uyanış da
aynı kavram için kullanılan diğer kelimelerdir.
Biçimin ötesine geçmeyi başaramayanlar, kendi inançlarına
daha da fazla tutsak oluyorlar. Böyle insanlarda sadece benzeri görülmemiş bir
bilinç sapkınlığıyla değil, aynı zamanda yoğun bir egoyla da karşılaşıyoruz.
Bazı dini kurumlar yeni bilinçlere açık olurken, diğerleri doktrinlerini daha
da güçlendiriyor ve kendilerini egonun kendini savunduğu insan yapımı diğer
yapılar araşma katıyorlar. Bazı kiliseler, mezhepler, kültler ya da dini
hareketler, temelde kolektif ego kimlikleridir ve bu hareketlerde yer alan
insanlann zihin yapıları, herhangi bir politik ideolojiyi körü körüne
izleyenlerinkinden farklı değildir.
"Kafamdaki
ses"in ben olmadığını anlamak ne de büyük bir özgürlük! Peki o zaman ben
kimim? Düşünceden önceki farkmdalık, düşüncenin, duyguların ya da duyusal
algıların gerçekleştiği boşluk.
Eğer insan zihninin yapısı değişmeden kalırsa, sürekli
olarak aynı dünyayı, aynı kötülükleri ve aynı delilikleri yaratıp duracağız.
Dünyayı kelimeler ve etiketlerle doldurmadığınızda,
insanlığın düşünceyi kullanmak yerine düşünceye esir olduğu zaman kaybettiği
mucizevi bir duygu hayatınıza geri döner. Hayatınız müthiş bir derinlik
kazanır. Nesnelere bir yenilik, bir tazelik gelir. En büyük mucize ise, bütün
kelimelerin, düşüncelerin, zihinsel etiketlerin ve imgelerin ötesinde, kendi
özbenliğinizi deneyimlemek-tir. Bunun olması için, kendi "Ben"
duygunuzu, sizi tanımladığını düşündüğünüz her şeyle oluşturduğu kördüğümden
çözüp ayırmanız gerekir.
Normal günlük
kullanımında "ben", önemli bir hatayı, kim olduğunuzla ilgili bir
yanlış kanıyı, sahte bir kimlik duygusunu da beraberinde getirir. Bu egodur. Bu
sahte benlik duygusu, sadece uzayın ve zamanın gerçeklikleriyle ilgili değil,
aynı zamanda insan doğasıyla ilgili derin görüşler geliştirmiş olan Albert
Einstein'ın "optik bir bilinç yanılsaması" olarak adlandırdığı
şeydir. Bu sahte benlik duygusu, gerçekliğin tüm yanlış yorumlarını, tüm
düşünce yöntemlerini, paylaşımları ve ilişkileri de peşinden sürükler.
Gerçekliğiniz, ilk üllüzyonun bir
yansıması haline gelir.
İyi haber şu: Eğer bir illüzyonun illüzyon olduğunu
anlayabüirseniz, çözülür. Bir illüzyonun anlaşılması, sona ermesi demektir.
İllüzyonun varlığını sürdürmesi, ancak onu gerçek sandığınız sürece mümkündür.
Kim olmadığınızı anladığınızda, gerçekte kim olduğunuz kendiliğinden ortaya
çıkar.
"Hayat zihnimin
sandığı kadar ciddi bir şey değil."
Buda
Ego zihni tamamen geçmişle şartlanır. Şartlanması iki
bölümlüdür: İçeriği ve yapısı.
Oyuncağı kırıldığı ya da kaybolduğu için derin acı duyarak
ağlayan bir çocuğun durumunda, oyuncak içeriktir. Yerini başka bir oyuncak ya
da başka bir nesne alabilir. Kendinizi birlikte tanımladığınız içerik,
çevreniz, büyürken yaşadıklarınız ve parçası olduğunuz kültürle şartlanır.
Çocuk zengin ya da yoksul olsun, oyuncak hayvan biçiminde oyulmuş bir tahta
parçası ya da karmaşık özelliklere sahip elektronik bir alet olsun, kaybının
neden olduğu acı değişmez. Böylesine büyük bir acının oluşmasının nedeni,
"benim" kelimesinde gizlidir ve bu da yapısaldır. Kişinin kendi
kimliğini bir eşyaya bağlamak yönündeki bilinçaltı eğilimi, ego zihnin
yapısıdır.
Ama sorun şu ki tüketim toplumunun devam etmesini sağlayan
şey, insanların kendi kimliklerini nesneler aracılığıyla bulmaya çalışmalarıdır
ve bu da hiçbir işe yaramaz; ego sadece geçici bir süre için tatmin olur ve bu
yüzden sürekli daha fazlasını arar, bir şeyler satın almaya devam eder, sürekli
tüketirsiniz.
"Egonun aradığı ve kendini birleştirdiği şeyler, Varlık
yerine koyduğun şeylerdir. Nesnelere değer verebilirsin ama onlara kendini
bağladığında, bunun ego olduğunu anlaman gerekir. Ve asla bir nesneye değil,
onunla ilgili 'ben,' 'benim,' ya da 'benimki' düşüncelerine bağlanırsın. Bir
kaybı tamamen kabullendiğinde, egonun ve varlığının ötesine geçersin ve bilinç
olan Ben olmak ortaya çıkar."
Eşyalara bağımlılığınızdan nasıl vazgeçebilirsiniz? Bunu
denemeyin bile. İmkansızdır. Eşyalara bağlanmaktan vazgeçmek, ancak kendinizi
onlarda aramayı bıraktığınız zaman mümkün olabilir, bu arada, sadece eşyalara
bağımlı olduğunuzun farkına varın.
Ego kendini sahip olmakla tanımlar ama bir şeye sahip
olmaktan duyduğu haz oldukça sığ ve kısa ömürlüdür. İçinde derinden yerleşmiş
bir tatminsizlik, bir tamamlanmamışlık, bir yetersizlik vardır. "Henüz
yeterince şeye sahip değilim," derse egonuz, aslında şunu söyler:
"Henüz yeterince var değilim."
Gördüğümüz gibi, sahip olma - mülkiyet kavramı - egonun
kendisine sağlamlık, kalıcılık vermek ve kendisini özel kılmak için yarattığı
bir kurgudur. Ama bir şeye sahip olmakla kendinizi bulamayacağınız için,
aslında egonun yapısına işleyen daha güçlü başka bir dürtü daha vardır: Daha
fazlasına ihtiyaç duyma, yani diğer bir deyişle, "daha fazlasını
istemek." Hiçbir ego, daha fazlasını istemeden yapamaz. Dolayısıyla,
sürekli daha fazlasını istemek, egoyu en çok canlı tutan etkendir.
Çoğu egonun
birbirleriyle çelişen istekleri vardır. Farklı zamanlarda farklı şeyler
isterler ya da ne istediklerini bilmeyebilirler. Huzursuzluk, gerginlik, can
sıkıntısı, endişe, tatminsizlik, sürekli istemenin sonuçlarıdır.
Batı'da, benlik duygusuna daha ziyade katkıda bulunan şey,
fiziksel görünümdür: Diğerlerine oranla güçlü ya da zayıf, güzel ya da çirkin
olması gibi. Birçok kişi için, özdeğer duyguları nihai olarak fiziksel
güçleriyle, güzel görünümleriyle, formda olmalarıyla ve dış görünüşleriyle
ilgilidir. Birçoğu çirkin ya da kusurlu bulundukları takdirde özdeğer
duygularının zayıfladığını hissederler.
Ego bir kimlik bulduğunda, gitmesini istemez. Şaşırtıcı bir
şekilde, daha güçlü bir kimlik arayışı içindeki ego, kendini güçlendirmek için
bir hastalık yaratabilir.
Benim adına "içsel vücut" dediğim şey aslında
artık vücut değil, maddesel dünyayla biçimi olmayan dünya arasındaki köprü
olarak bir enerjidir. Bu sizin öz
kimliğinizdir. Vücut farkmdalığı sadece sizi şimdiye getirmekle kalmaz, aynı
zamanda da egonuzdan kurtulmanız için bir çıkış kapısıdır. Bağışıklık sistemini
güçlendirdiği gibi, vücudun kendini iyileştirme yeteneğini de geliştirir.
Ego, sürekli tekrarlanan düşüncelerin ve benlik duygusu
eklenerek şartlanmış zihinsel-duygusal kalıpların bir yığınıdır.
Mutsuz bir kimlik
olması egoyu hiç endişelendirmez, çünkü bir kimliği olduğu sürece iyi ya da
kötü olmasını umursamaz. Aslında, bu yeni ego daha katı, daha kasılmış ve daha
delinmez olacaktır.
İçtenlikle teslim olduğunuzda, yeni bir bilinç boyutu
kendiliğinden açılıverir. Eğer eyleme geçmek, bir şey yapmak mümkün ya da
gerekliyse, eyleminiz bütünle uyum içinde olacak ve yaratıcı zeka ya da diğer
bir deyişle koşulsuz bilinçtarafından desteklenecektir. O zaman şartlar ve
insanlar size yardımcı olacaktır. Hiç
beklemediğiniz tesadüfler gerçekleşecektir. Eğer hiçbir eylem mümkün değilse,
huzur içinde olursunuz ve teslimiyetle birlikte içsel dinginlik gelir, çünkü
Tanrı'ya teslim olmuşsunuzdur.
başka birini eleştirdiğimde ya da suçladığımda, bu bana
kendimi üstün ve daha büyük hissettiriyor.
Şikayet etmek, egonun kendini güçlendirmek için en sık
başvurduğu yollardan biridir. Her şikayet, zihnin ürettiği ve sizin tamamen
inandığınız bir hikâyedir. Yüksek sesle ya da düşüncelerinizde şikayet etmeniz
arasında hiçbir fark yoktur.
Başkalarının egolarına karşı tepkisiz kalmak, kendi
içinizdeki egonun ötesine geçmek için en etkili yöntemdir
Ve egonun en büyük düşmanı, elbette ki şimdi, yani hayatın
kendisidir.
Sözünü ettiğimiz şikayet etme, egonun hizmetindedir,
değişimin değil. Bazen ego şikayet etmeye devam etmek için durumun değişmesini
bile istemeyebilir.
Güçlü bir kin,
hayatın büyük bölümünü kirletmeye ve sizi egonun tutsağı konumunda tutmaya
yeter.
Diğer bir deyişle:
Daha güçlü bir benlik duygusuna sahip olabilmek için, başkalarını haksız
çıkarmanız gerekir.
Ego her şeyi kişisel olarak algılar. Duygular yükselir,
savunmacılık devreye girer ve hatta saldırganlık hissedilebilir.
Her ego, seçici algı
ve bozuk yorumlama konusunda bir "üstattır.’
Düşünce, gerçeğe işaret edebilir ama asla gerçeğin kendisi değildir.
Başka birinde rahatsız olduğunuz ve güçlü şekilde tepki
verdiğiniz her şey, sizin içinizde de vardır.
Ne biçim alırsa alsın, egonun ardındaki bilinçsiz dürtü
kendim olduğumu sandığım imajı güçlendirmek ister. Egonun ortaya koyduğu tüm
davranışlar, gizli dürtüler,- daima aynıdır: Ortaya çıkma, kendini belli etme,
özel olma, kontrol etme ihtiyacı; güç, dikkat ve hep daha fazlası için duyulan
ihtiyaç. Ve elbette, bir ayrılık duygusu ya da diğer bir deyişle, zıtlık veya
düşman ihtiyacı.
Ego daima başka insanlardan veya durumlardan bir şeyler
ister. Daima gizli bir amaç, daima bir "henüz yetmez" duygusu,
yetersizlik ve doldurulması gereken bir boşluk duygusu vardır.
Egonun tüm
hareketlerinin altında yatan temel duygu, korkudur. Önemli biri olamama
korkusu, var olmama korkusu, ölüm korkusu gibi.
Bütün yapıların
(biçimlerin) dengesiz ve gelip geçici olduğunu anladığınızda, içinizi derin bir
huzur kaplar. Bunun nedeni, etrafınızdaki tüm biçimlerin gelip geçici olduğunu
anlamanın, sizi kendi içinizdeki biçimi
olmayan ve ölümün ötesinde kalan boyuta karşı uyandırmasıdır.
Unutmayın: Sahte
olanın tanımlanması, gerçeğe yaklaşmanın ilk adımıdır.
Eğer biri daha fazla şeye sahipse, biri daha fazlasını
biliyorsa veya daha fazlasını yapabiliyorsa, egom kendini tehdit edilmiş
hisseder, çünkü "az" duygusu hayali benlik duygusunu diğerleri
karşısında zayıflatır.
Bu-nun üzerine, diğer kişinin sahip olduğu, bildiği ya da
yapabildiği şeyleri aşağılayarak, küçümseyerek veya eleştirerek, kendini
toparlamaya çalışır. Ya da ego farklı bir stratejiye geçiş yapabilir; eğer o
kişi başkalarının gözünde önemliyse, rekabet etmek yerine, o kişiyle bağlantı
kurarak kendini güçlendirmeye çalışır.
Samimi bir ilişkide ego yoktur. Samimi bir ilişkide,
karşınızdaki kişiyle aranızda açık, ilgili, samimi bir paylaşım vardır. Bu,
paylaşılan Varlık olarak adlandırılabilir ve her gerçek ilişkide mutlaka
bulunmak zorundadır. Ego daima bir şey ister ve eğer karşısındakinden
alabileceği bir şey olmadığına inanırsa, tamamen ilgisiz kalır: Sizi umursamaz.
Dolayısıyla, egosal ilişkilerin üç baskın durumu vardır: İstek, çarpık istek
(öfke, kırgınlık, suçlama, şikayet etme) ve ilgisizlik.
Ego asıl enerji
kaynağının sizin içinizde olduğunu bilmez ve bu yüzden onu dışarıda arar.
Egonun aradığı şey, biçimi olmayan dikkat değil, tanınma, saygı, hayranlık,
övgü gibi bir tür dikkat ya da sadece bir şekilde fark edilmiş olmak, böylece
varlığını onaylatmaktır.
Her içsel imajın
ardında, yeterince iyi olmama korkusu yatar. Her olumsuz içselimajın ardında
ise, başkalarından daha iyi ya da daha
büyük olmak konusunda gizli bir arzu vardır. Egonun güven duygusunun
ardında, sürekli bir üstünlük ihtiyacı ve bilinçsiz bir aşağılık korkusu yatar.
Buna karşılık, utangaç, yetersiz ve kendini aşağı hisseden bir ego, aslında
üstünlük için güçlü bir arzu besler. Birçok kişi, içinde bulundukları durum ya
da karşılaştıkları insanlara bağlı olarak üstünlük ve aşağılık duygulan
arasında gidip gelir. Kendi içinizde bütün bilmeniz ve gözlemlemeniz gereken
şudur: Kendinizi herhangi birinden üstün ya da aşağı hissettiğinizde, bu
egodur.
Elbette ki kendimi
kurban olarak gösterdiğim bir rolü oynamaya başladığımda, sona ermesini istemem
ve bunun için, her terapistin bildiği gibi, ego "sorunlarının" sona
ermesini istemez, çünkü kimliğinin bir parçası haline gelmişlerdir.
Sık sık adına "âşık olmak" denilen şey, aslında
birçok durumda egosal arzuların ve ihtiyaçların yoğun-laşmasıdır.
İnsanlar kendilerini ne kadar rolleriyle tanımlarlarsa,
ilişkileri de içtenliğinden o kadar uzaklaşır.
Mutluluğu aramayın. Ararsanız bulamazsınız, çünkü arayış,
mutluluğun antitezidir. Mutluluk daima kaçıcıdır. ama mutsuzluktan özgürleşmeyi
hemen başarabilirsiniz; hikâyeler uydurmak yerine gerçeklerle yüzleşerek.
Mutsuzluk doğal iyihğinizi ve içsel huzurunuzu, dolayısıyla gerçek mutluluk
kaynağınızı gizler.
Acı çekmek, sizi
derinliğe ulaştırır. İşin ilginç yanı, acı kendini biçimle tanımlamaktan
kaynaklanır ve kendini biçimle tanımlamakla kaybolur. Acı büyük ölçüde egodan
kaynaklanır ama acı çekmek zaman içinde egoyu yok eder; ama bilinçli şekilde
acı çekmeye başlayana kadar değil.
Acı çekmenin soylu bir amacı vardır: Egonun yanıp yok olması
ve bilincin evrimi. Acı çekmeye
direndiğiniz sürece, acı daha uzun sürecektir, çünkü da-ha fazla ego
yaratacaktır. Ama acıyı kabullendiğinizde, bilinçli bir şekilde acı çektiğiniz
için süreç belirgin şekilde hızlanır.
Birçok çocuğun içinde gizlenmiş, ebeveynlerine yönelik öfke
ve kırgınlık vardır ve bu duygu, genellikle ilişkilerinde samimiyetsizlik
yaratır.
Sevgi, kendinizi başka birinde görmektir. O zaman
karşınızdaki kişinin "başkalığı" sadece İnsan boyutundaki bir
illüzyon olarak kendini gösterir. Her çocuğun içindeki sevilme özlemi, aslında
bu tanınma özlemidir; biçim seviyesinde değil, Varlık seviyesinde.
Rol yapmadığınızda, yaptığınız şeyde ego olamaz. Tamamen
kendiniz olduğunuzda, en güçlü, en etkili siz olursunuz. Ama kendiniz olmak
için çabalamayın. Bunu ya da şunu yapmak için çabalamaya başladığınız anda, rol
yapıyorsunuz demektir.
Temelde, aslında kimseden üstün ya da aşağı değilsinizdir.
Gerçek özgüven ve gerçek tevazu, bu anlayıştan doğar. Egonun gözünde, özgüven
ve tevazu birbirine zıttır. Gerçekte ise aynıdırlar ve tektirler.
Egonun tutsağı olan bir kişi, acı çekmeyi acı çekmek olarak
algılamaz, herhangi bir duruma verilecek en doğru tepki olarak görür.
huzur, egonun sona ermesidir.
Kendi içinizde bütün
bilmeniz ve gözlemlemeniz gereken şudur: Kendinizi herhangi birinden üstün ya
da aşağı hissettiğinizde, bu egodur.
İnsanlar kendilerini
ne kadar rolleriyle tanımlarlarsa, ilişkileri de içtenliğinden o kadar
uzaklaşır.
Mutsuzluğun öncelikli
nedeni asla durum değil, durumla ilgili düşüncele-rinizdir.
Mutluluğu aramayın. Ararsanız bulamazsınız, çünkü arayış,
mutluluğun antitezidir.
Egonun tutsağı olan bir kişi, acı çekmeyi acı çekmek olarak
algılamaz, herhangi bir duruma verilecek en doğru tepki olarak görür. Kendi
körlüğünde, ego kendisi ve başkaları üzerinde yarattığı acıyı görmez. Mutsuzluk,
egonun yarattığı salgın bir zihinsel-duygusal hastalıktır. Gezegenimizin çevre
kirliliğine eşit bir miktara sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz. Öfke,
endişe, nefret, kırgınlık, hoşnutsuzluk, kıskançlık, gıpta vb. olumsuz olarak
algılanmaz, tamamen yanlış değerlendirilir ve başka biri ya da bir dış etkenden
kaynaklandığı iddia edilerek haklı çıkarılır. "Acım için seni sorumlu tutuyorum."
Egonun söylediği şey budur.
Olumsuz bir durumda olduğunuzda, içinizde o olumsuzluğu
isteyen, onu zevk olarak algılayan ya da istediğinizin o olduğuna sizi
inandıran bir şey vardır. Aksi takdirde, kim olumsuzluğa takılı kalmak,
kendilerini ve başkalarını üzücü durumlara sokmak, kendi vücudunda hastalık
yaratmak ister ki? Dolayısıyla, içinizde bir olumsuzluk hissettiğiniz her
seferinde, eğer içinizde bundan zevk alan bir şeyin varlığını fark ederseniz,
hemen egonun farkına varmaya başlarsınız. Bu olduğu anda, kimliğiniz egodan
farkmdalığa kayar. Dolayısıyla ego zayıflar ve farkmdalık güçlenir.
Adına paranoid şizofreni ya da sadece paranoya denen zihinsel
hastalık, temelde egonun abartılmış halidir ve zihnin temelde yatan bir korkuyu
haklı çıkarmak için uydurduğu bir hikâyeden ibarettir.
İçinizdeki ego ne
kadar güçlüyse, o kadar büyük olasılıkla hayatınızdaki sorunlar için başka insanları
suçlarsınız. Sizin de başkaları için
hayatı zorlaştırma olasılığınız yüksek olur. Ama elbette ki bunu kendiniz
göremezsiniz. Durum daima başkalarının size bir şeyler yapması şeklindedir.
Şu anda tam olarak yüzleşilmeyen ve içeriği görünmeyen
herhangi bir olumsuz duygu, tamamen çözülemez. Arkasında mutlaka bir acı
kalıntısı bırakır.
Ağır acı bedenlere sahip insanlar, genellikle hafif acı
bedenlere sahip insanlara oranla ruhsal açıdan daha çabuk uyanırlar.
Acı beden, acıktığında ve kendini yenileme zamanı
geldiğinde, uykusundan uyanır. Buna ek olarak, herhangi bir zamanda herhangi
bir olayla tetiklenerek de hare-kete geçebilir. Beslenmeye hazır olan acı
beden, en önemsiz olayı, birinin söylediği ya da yaptığı bir şeyi ve hatta bir
düşünceyi tetik olarak kullanabilir. Eğer yalnız yaşıyorsanız ya da o sırada
yakınınızda kimse yoksa, acı beden sizin düşüncelerinizle beslenir. Aniden,
düşünce sisteminiz belirgin bir şekilde olumsuz hale gelir.
Siz ego değilsiniz, dolayısıyla kendi egonuzun farkına varmanız,
kim olduğunuzu bildiğiniz anlamına gelmez; sadece kim olmadığınızı bildiğiniz
anlamına gelir. Ama kim olmadığınızı bilmek, gerçekte kim olduğunuzu bilmek
yolundaki en büyük engeli aşmak demektir.
Kimse size kim olduğunuzu söyleyemez. Eğer söylerse, bu
başka bir kavram olur ve yine değişemezsiniz. Kimlik, inançsızlığı gerektirir.
Aslında, her inanç bir engeldir. Zaten her kimseniz o olduğunuzdan, kim
olduğunuzun farkında olmanıza bile gerek yoktur. Ama farkındahk olmadan, gerçek
kimliğinizi bu dünyaya gösteremezsiniz. Gerçek kimliğiniz, ifade edilmemiş bir
şekilde olduğu yerde kalır. O zaman da bankada 100 milyon dolan varken sokakta
dilenen yoksul bir adam gibi olursunuz, çünkü onun da sahip olduğu zenginlik
ifadesini bulmamıştır.
Kendinizi bilmek, kendiniz olmak- tır ve
kendinizi bilmek, kendinizi içerikle tanımlamaktan vazgeçmek demektir.
Sadece başınıza gelenlere direndiğiniz zaman olanların merhametine kalırsınız ve o
zaman mutlu ya da mutsuz olacağınıza dünya karar verir.
Egosuzluğu gelecekteki bir
hedef haline getirip buna ulaşmak için çalışamazsınız. Elde edeceğiniz tek şey,
daha fazla tatminsizlik, daha fazla içsel çelişki olur, çünkü daima henüz oraya
ulaşmamış, henüz o duruma gelmemiş gibi görünürsünüz. Egodan kurtulmak geleceğe
dönük bir hedef olduğunda, kendinize daha fazla zaman verirsiniz ve daha fazla
zaman da daha fazla ego demektir.
Bu yüzden, kendinize daha
fazla zaman yüklemek yerine, zamandan kurtulun. Zamanı bilincinizden silip
atmak, egoyu ortadan kaldırmak demektir. Bu, tek gerçek ruhsal uygulamadır.
Varlığın mutluluğu - tek gerçek
mutluluk - size herhangi bir biçim, mülk, başarı, kişi ya da olay olarak
gelemez. Dahası, mutluluk size kendiliğinden gelemez. Sadece içinizdeki biçimi
olmayan boyuttan, içinizdeki bilinçten, yani gerçek sizden yükselebilir.
Güçlü bir ruhsal uygulama,
hiçbir şekilde onarmaya çalışmadan, egonun zayıflamasına izin vermektir.
Aynı şekilde, İsa
vaazlarından birinde şöyle der: "Bir yere çağrıldığında git, en son sıraya
otur. Öyle ki şölen sahibi içeri girdiğinde sana, 'Arkadaşım, lütfen daha
yüksek yere buyur!' desin. İşte o zaman seninle birlikte sofrada oturan
herkesin önünde saygınlık kazanırsın. Çünkü kendini yükselten kişi
alçaltılacak, kendini alçaltan kişi yükseltilecektir."
Çağlar boyunca birçok şair ve
bilge, bu gerçek mutluluğun - ben buna Varlığın mutluluğu diyorum - basit
ve görünürde önemsiz gibi gelen şeylerde
bulunduğunu gözlemlemiştir. Çoğu insan, başlarına önemli bir şeyin gelmesi
beklentisiyle, sürekli olarak aslında hiç de önemsiz olmayan ama önemsiz gibi
görünen şeyleri kaçırırlar. Ünlü düşünür Nietzsche, ender derin dinginlik anlarından
birinde, şöyle demişti: "Mutluluk için aslında ne kadar az şeye gerek var!
Aslında en küçük şey, en belirsiz şey, bir kertenkelenin sürünürken çıkardığı
hışırtı, bir nefes, belli belirsiz bir bakış; en büyük mutluluklar en küçük
şeylerden kaynaklanır.
Peki neden "en büyük
mutluluklar en küçük şeylerden" kaynaklanır? Çünkü gerçek mutluluğun
nedeni bir şey ya da bir olay değildir ama ilk bakışta öyle görünür. Şey ya da
olay bilincinizin sadece küçük bir kısmını oluşturacak kadar belirsiz ve
dikkati çekmeyen boyutlarda olabilir; geri kalanı içsel boşluktur ve biçimle
engellenmeyen bilinçtir. İçsel boşluk bilinci ve gerçek kimliğiniz, temelde
tektir. Diğer bir deyişle, küçük şeylerin biçimi, içsel boşluğa yer bırakır.
Bütün yaratıcılık, içsel
boşluktan kaynaklanır. Yaratılış gerçekleştikten ve bir şey biçim bulduktan
sonra, "ben" ya da "benim" kavramının doğmaması için uyanık
olmanız gerekir. Yaptığınız şey için başarıyı kendinize mâl ederseniz, ego geri
döner ve boşluk kaybolur.
Hayatınızın bir iç amacı ve
bir de dış amacı vardır. İç amacı Varlık ile ilgilidir ve önceliklidir. Dış
amacı ise bir şeyler yapmakla ilgilidir ve ikincil öneme sahiptir.
İç amacınız uyanmaktır. Bu
kadar basit. Bu amacı, gezegen üzerindeki herkesle paylaşıyorsunuz; çünkü bu
insanlığın amacıdır. İç amacınız, bütünün, evrenin ve yükselen zekasımn
amacının temel bir parçasıdır. Dış amacınız zamanla değişebilir. Kişiden kişiye
büyük farklılıklar gösterebilir. İç amacınızı bulmak ve uygun şekilde yaşamak,
dış amacımzı gerçekleştirmek için şarttır. Gerçek başarının temeli budur. Bu
olmazsa, çaba, mücadele, kararlılık ve sıkı çalışma ya da kurnazlıkla yine de
başarılı olabilirsiniz. Ama bu tür bir
başarıdan mutluluk duyamazsınız ve bu değişmez bir şekilde sonunda acıya yol
açar.
Gelecekte sizi bekleyen şey, şimdiki bilinç
durumunuza bağlıdır.
Coşku ve ego birlikte var
olamazlar. Biri diğerinin yokluğu anlamına gelir.
Yaptığınız şeyden aldığınız
zevk bir hedef ya da vizyonla birleştiğinde, coşkuya dönüşür.
HALİT SARI