4 Ağustos 2015 Salı

VAR OLMANIN GÜCÜ- ECKHART TOLLE

VAR OLMANIN GÜCÜ- ECKHART TOLLE (ÖZET VE TANITIM)





Orjinal Adı:  A New Earth
Yayın Tarihi: 2006
Koridor Yayıncılık
 310 sayfa

KİTAP HAKKINDA: 
 Kitabı 3. kez okudum. her okuduğumda farklı yaş evresinde ve ve farklı psikolojiler içerisindeydim. kitap tam bir başyapıt ve her evde bulunması gerekiyor. kitap doğu uygulamalarının (budizm, hinduiz, zen) bir özeti konumunda. farkındalık ve aydınla öğelerini en iyi anlatan kişilerden birisi eckhart tolle. diğeri de osho. kitap ego'dan kaynaklı sorunlarla baş etmede büyük yol gösterici. kitap belli bir entellüktüel birikim sahibi olanlarda ve çeşitli nedenlerle acı çekmiş olanlarda daha da etkili. ilginç şekilde insanı yormuyor ve içine çekiyor. ego, farkındalık, dinginlik, çoşku, acı beden gibi konularda daha fazla aydınlanma yaşamamıza izin veriyor



VAR OLMANIN GÜCÜ KİTAP ÖZETİ:



 Egoya karşı savaşıp kazanmanız mümkün değildir, çünkü karanlıkla savaşmış gibi olursunuz. Gerekli olan şey sadece bilincin ışığıdır. Siz o ışıksınız.

çoğu insanların "normal" zihin durumlarının bozukluk ve hatta delilik diyebileceğimiz şekilde olmasıdır. Hinduizm'in temelindeki belli öğretiler, bu bozukluğu kolektif zihinsel rahatsızlığa yakın bir şekilde görmektedir ve buna "aldanma perdesi" anlamına gelen maya adını vermektedir. Budizm farklı terimler kullanmaktadır. Buda'ya göre, insan zihni normal durumundayken dukkha üretir ve bu da acı çekme, tatminsizlik veya keder olarak tercüme edilebilir. Buda, bunu insanın doğal bir özelliği olarak görür.

Kolektif insan bilinç bozukluğu, tarihin daha eski çağlarına kadar uzanmaktadır. Aslında insanlık tarihi, bir delilik tarihi olarak bile adlandırılabilir. Eğer insanlık tarihi tek bir insanın geçmişi gibi klinik vaka olarak incelenebilseydi, teşhis muhtemelen şöyle olurdu: Kronik paranoid hayaller, patolojik cinayet eğilimi, aşırı şiddet eylemleri ve bilinçaltının kendini dışavurumunun bir ifadesi olarak belirlenen "düşmanlara" karşı inanılmaz bir zalimlik. En kısa tanımıyla, tehlikeli deli!

 İyi olmaya çalışarak iyi olamazsınız ama zaten içinizde var olan iyiliği bularak ve o iyiliğin ortaya çıkmasına izin vererek bunu yapabilirsiniz.

Çoğu antik dinler ve ruhsal gelenekler, belli bir görüşü paylaşırlar: "Normal" zihin durumumuzun, temel bir bozukluk içerdiği görüşünü. Ne var ki bu görüşten insan doğasına bir geçiş yaptığımızda - buna kötü haber diyebiliriz - ikinci bir görüşle karşılaşırız: İnsan bilincinin radikal bir değişim gerçekleştirme olasılığı, yani iyi haber. Hindu öğretilerinde - bazen Budizm'de de - bu değişime aydınlanma adı verilir. İsa'nın öğretilerinde, aynı kavram kurtuluş olarak geçer ve Budizm'de de acı çekmenin sonu olarak tanımlanır. Özgürlük ve uyanış da aynı kavram için kullanılan diğer kelimelerdir.

Biçimin ötesine geçmeyi başaramayanlar, kendi inançlarına daha da fazla tutsak oluyorlar. Böyle insanlarda sadece benzeri görülmemiş bir bilinç sapkınlığıyla değil, aynı zamanda yoğun bir egoyla da karşılaşıyoruz. Bazı dini kurumlar yeni bilinçlere açık olurken, diğerleri doktrinlerini daha da güçlendiriyor ve kendilerini egonun kendini savunduğu insan yapımı diğer yapılar araşma katıyorlar. Bazı kiliseler, mezhepler, kültler ya da dini hareketler, temelde kolektif ego kimlikleridir ve bu hareketlerde yer alan insanlann zihin yapıları, herhangi bir politik ideolojiyi körü körüne izleyenlerinkinden farklı değildir.

 "Kafamdaki ses"in ben olmadığını anlamak ne de büyük bir özgürlük! Peki o zaman ben kimim? Düşünceden önceki farkmdalık, düşüncenin, duyguların ya da duyusal algıların gerçekleştiği boşluk.

Eğer insan zihninin yapısı değişmeden kalırsa, sürekli olarak aynı dünyayı, aynı kötülükleri ve aynı delilikleri yaratıp duracağız.

Dünyayı kelimeler ve etiketlerle doldurmadığınızda, insanlığın düşünceyi kullanmak yerine düşünceye esir olduğu zaman kaybettiği mucizevi bir duygu hayatınıza geri döner. Hayatınız müthiş bir derinlik kazanır. Nesnelere bir yenilik, bir tazelik gelir. En büyük mucize ise, bütün kelimelerin, düşüncelerin, zihinsel etiketlerin ve imgelerin ötesinde, kendi özbenliğinizi deneyimlemek-tir. Bunun olması için, kendi "Ben" duygunuzu, sizi tanımladığını düşündüğünüz her şeyle oluşturduğu kördüğümden çözüp ayırmanız gerekir.

 Normal günlük kullanımında "ben", önemli bir hatayı, kim olduğunuzla ilgili bir yanlış kanıyı, sahte bir kimlik duygusunu da beraberinde getirir. Bu egodur. Bu sahte benlik duygusu, sadece uzayın ve zamanın gerçeklikleriyle ilgili değil, aynı zamanda insan doğasıyla ilgili derin görüşler geliştirmiş olan Albert Einstein'ın "optik bir bilinç yanılsaması" olarak adlandırdığı şeydir. Bu sahte benlik duygusu, gerçekliğin tüm yanlış yorumlarını, tüm düşünce yöntemlerini, paylaşımları ve ilişkileri de peşinden sürükler. Gerçekliğiniz,  ilk üllüzyonun bir yansıması haline gelir.

İyi haber şu: Eğer bir illüzyonun illüzyon olduğunu anlayabüirseniz, çözülür. Bir illüzyonun anlaşılması, sona ermesi demektir. İllüzyonun varlığını sürdürmesi, ancak onu gerçek sandığınız sürece mümkündür. Kim olmadığınızı anladığınızda, gerçekte kim olduğunuz kendiliğinden ortaya çıkar.

 "Hayat zihnimin sandığı kadar ciddi bir şey değil."  Buda

Ego zihni tamamen geçmişle şartlanır. Şartlanması iki bölümlüdür: İçeriği ve yapısı.

Oyuncağı kırıldığı ya da kaybolduğu için derin acı duyarak ağlayan bir çocuğun durumunda, oyuncak içeriktir. Yerini başka bir oyuncak ya da başka bir nesne alabilir. Kendinizi birlikte tanımladığınız içerik, çevreniz, büyürken yaşadıklarınız ve parçası olduğunuz kültürle şartlanır. Çocuk zengin ya da yoksul olsun, oyuncak hayvan biçiminde oyulmuş bir tahta parçası ya da karmaşık özelliklere sahip elektronik bir alet olsun, kaybının neden olduğu acı değişmez. Böylesine büyük bir acının oluşmasının nedeni, "benim" kelimesinde gizlidir ve bu da yapısaldır. Kişinin kendi kimliğini bir eşyaya bağlamak yönündeki bilinçaltı eğilimi, ego zihnin yapısıdır.

Ama sorun şu ki tüketim toplumunun devam etmesini sağlayan şey, insanların kendi kimliklerini nesneler aracılığıyla bulmaya çalışmalarıdır ve bu da hiçbir işe yaramaz; ego sadece geçici bir süre için tatmin olur ve bu yüzden sürekli daha fazlasını arar, bir şeyler satın almaya devam eder, sürekli tüketirsiniz.

"Egonun aradığı ve kendini birleştirdiği şeyler, Varlık yerine koyduğun şeylerdir. Nesnelere değer verebilirsin ama onlara kendini bağladığında, bunun ego olduğunu anlaman gerekir. Ve asla bir nesneye değil, onunla ilgili 'ben,' 'benim,' ya da 'benimki' düşüncelerine bağlanırsın. Bir kaybı tamamen kabullendiğinde, egonun ve varlığının ötesine geçersin ve bilinç olan Ben olmak ortaya çıkar."

Eşyalara bağımlılığınızdan nasıl vazgeçebilirsiniz? Bunu denemeyin bile. İmkansızdır. Eşyalara bağlanmaktan vazgeçmek, ancak kendinizi onlarda aramayı bıraktığınız zaman mümkün olabilir, bu arada, sadece eşyalara bağımlı olduğunuzun farkına varın.

Ego kendini sahip olmakla tanımlar ama bir şeye sahip olmaktan duyduğu haz oldukça sığ ve kısa ömürlüdür. İçinde derinden yerleşmiş bir tatminsizlik, bir tamamlanmamışlık, bir yetersizlik vardır. "Henüz yeterince şeye sahip değilim," derse egonuz, aslında şunu söyler: "Henüz yeterince var değilim."

Gördüğümüz gibi, sahip olma - mülkiyet kavramı - egonun kendisine sağlamlık, kalıcılık vermek ve kendisini özel kılmak için yarattığı bir kurgudur. Ama bir şeye sahip olmakla kendinizi bulamayacağınız için, aslında egonun yapısına işleyen daha güçlü başka bir dürtü daha vardır: Daha fazlasına ihtiyaç duyma, yani diğer bir deyişle, "daha fazlasını istemek." Hiçbir ego, daha fazlasını istemeden yapamaz. Dolayısıyla, sürekli daha fazlasını istemek, egoyu en çok canlı tutan etkendir.
 Çoğu egonun birbirleriyle çelişen istekleri vardır. Farklı zamanlarda farklı şeyler isterler ya da ne istediklerini bilmeyebilirler. Huzursuzluk, gerginlik, can sıkıntısı, endişe, tatminsizlik, sürekli istemenin sonuçlarıdır.

Batı'da, benlik duygusuna daha ziyade katkıda bulunan şey, fiziksel görünümdür: Diğerlerine oranla güçlü ya da zayıf, güzel ya da çirkin olması gibi. Birçok kişi için, özdeğer duyguları nihai olarak fiziksel güçleriyle, güzel görünümleriyle, formda olmalarıyla ve dış görünüşleriyle ilgilidir. Birçoğu çirkin ya da kusurlu bulundukları takdirde özdeğer duygularının zayıfladığını hissederler.

Ego bir kimlik bulduğunda, gitmesini istemez. Şaşırtıcı bir şekilde, daha güçlü bir kimlik arayışı içindeki ego, kendini güçlendirmek için bir hastalık yaratabilir.

Benim adına "içsel vücut" dediğim şey aslında artık vücut değil, maddesel dünyayla biçimi olmayan dünya arasındaki köprü olarak bir enerjidir.  Bu sizin öz kimliğinizdir. Vücut farkmdalığı sadece sizi şimdiye getirmekle kalmaz, aynı zamanda da egonuzdan kurtulmanız için bir çıkış kapısıdır. Bağışıklık sistemini güçlendirdiği gibi, vücudun kendini iyileştirme yeteneğini de geliştirir.

Ego, sürekli tekrarlanan düşüncelerin ve benlik duygusu eklenerek şartlanmış zihinsel-duygusal kalıpların bir yığınıdır.

 Mutsuz bir kimlik olması egoyu hiç endişelendirmez, çünkü bir kimliği olduğu sürece iyi ya da kötü olmasını umursamaz. Aslında, bu yeni ego daha katı, daha kasılmış ve daha delinmez olacaktır.

İçtenlikle teslim olduğunuzda, yeni bir bilinç boyutu kendiliğinden açılıverir. Eğer eyleme geçmek, bir şey yapmak mümkün ya da gerekliyse, eyleminiz bütünle uyum içinde olacak ve yaratıcı zeka ya da diğer bir deyişle koşulsuz bilinçtarafından desteklenecektir. O zaman şartlar ve insanlar  size yardımcı olacaktır. Hiç beklemediğiniz tesadüfler gerçekleşecektir. Eğer hiçbir eylem mümkün değilse, huzur içinde olursunuz ve teslimiyetle birlikte içsel dinginlik gelir, çünkü Tanrı'ya teslim olmuşsunuzdur.

başka birini eleştirdiğimde ya da suçladığımda, bu bana kendimi üstün ve daha büyük hissettiriyor.

Şikayet etmek, egonun kendini güçlendirmek için en sık başvurduğu yollardan biridir. Her şikayet, zihnin ürettiği ve sizin tamamen inandığınız bir hikâyedir. Yüksek sesle ya da düşüncelerinizde şikayet etmeniz arasında hiçbir fark yoktur.

Başkalarının egolarına karşı tepkisiz kalmak, kendi içinizdeki egonun ötesine geçmek için en etkili yöntemdir

Ve egonun en büyük düşmanı, elbette ki şimdi, yani hayatın kendisidir.

Sözünü ettiğimiz şikayet etme, egonun hizmetindedir, değişimin değil. Bazen ego şikayet etmeye devam etmek için durumun değişmesini bile istemeyebilir.

 Güçlü bir kin, hayatın büyük bölümünü kirletmeye ve sizi egonun tutsağı konumunda tutmaya yeter.

 Diğer bir deyişle: Daha güçlü bir benlik duygusuna sahip olabilmek için, başkalarını haksız çıkarmanız gerekir.

Ego her şeyi kişisel olarak algılar. Duygular yükselir, savunmacılık devreye girer ve hatta saldırganlık  hissedilebilir.

 Her ego, seçici algı ve bozuk yorumlama konusunda bir "üstattır.’

Düşünce, gerçeğe işaret edebilir ama asla gerçeğin kendisi değildir.

Başka birinde rahatsız olduğunuz ve güçlü şekilde tepki verdiğiniz her şey, sizin içinizde de vardır.

Ne biçim alırsa alsın, egonun ardındaki bilinçsiz dürtü kendim olduğumu sandığım imajı güçlendirmek ister. Egonun ortaya koyduğu tüm davranışlar, gizli dürtüler,- daima aynıdır: Ortaya çıkma, kendini belli etme, özel olma, kontrol etme ihtiyacı; güç, dikkat ve hep daha fazlası için duyulan ihtiyaç. Ve elbette, bir ayrılık duygusu ya da diğer bir deyişle, zıtlık veya düşman ihtiyacı.

Ego daima başka insanlardan veya durumlardan bir şeyler ister. Daima gizli bir amaç, daima bir "henüz yetmez" duygusu, yetersizlik ve doldurulması gereken bir boşluk duygusu vardır.

 Egonun tüm hareketlerinin altında yatan temel duygu, korkudur. Önemli biri olamama korkusu, var olmama korkusu, ölüm korkusu gibi.

 Bütün yapıların (biçimlerin) dengesiz ve gelip geçici olduğunu anladığınızda, içinizi derin bir huzur kaplar. Bunun nedeni, etrafınızdaki tüm biçimlerin gelip geçici olduğunu anlamanın, sizi kendi içinizdeki biçimi  olmayan ve ölümün ötesinde kalan boyuta karşı uyandırmasıdır.

 Unutmayın: Sahte olanın tanımlanması, gerçeğe yaklaşmanın ilk adımıdır.

Eğer biri daha fazla şeye sahipse, biri daha fazlasını biliyorsa veya daha fazlasını yapabiliyorsa, egom kendini tehdit edilmiş hisseder, çünkü "az" duygusu hayali benlik duygusunu diğerleri karşısında zayıflatır.

Bu-nun üzerine, diğer kişinin sahip olduğu, bildiği ya da yapabildiği şeyleri aşağılayarak, küçümseyerek veya eleştirerek, kendini toparlamaya çalışır. Ya da ego farklı bir stratejiye geçiş yapabilir; eğer o kişi başkalarının gözünde önemliyse, rekabet etmek yerine, o kişiyle bağlantı kurarak kendini güçlendirmeye çalışır.

Samimi bir ilişkide ego yoktur. Samimi bir ilişkide, karşınızdaki kişiyle aranızda açık, ilgili, samimi bir paylaşım vardır. Bu, paylaşılan Varlık olarak adlandırılabilir ve her gerçek ilişkide mutlaka bulunmak zorundadır. Ego daima bir şey ister ve eğer karşısındakinden alabileceği bir şey olmadığına inanırsa, tamamen ilgisiz kalır: Sizi umursamaz. Dolayısıyla, egosal ilişkilerin üç baskın durumu vardır: İstek, çarpık istek (öfke, kırgınlık, suçlama, şikayet etme) ve ilgisizlik.


 Ego asıl enerji kaynağının sizin içinizde olduğunu bilmez ve bu yüzden onu dışarıda arar. Egonun aradığı şey, biçimi olmayan dikkat değil, tanınma, saygı, hayranlık, övgü gibi bir tür dikkat ya da sadece bir şekilde fark edilmiş olmak, böylece varlığını onaylatmaktır.

 Her içsel imajın ardında, yeterince iyi olmama korkusu yatar. Her olumsuz içselimajın ardında ise, başkalarından daha iyi ya da daha  büyük olmak konusunda gizli bir arzu vardır. Egonun güven duygusunun ardında, sürekli bir üstünlük ihtiyacı ve bilinçsiz bir aşağılık korkusu yatar. Buna karşılık, utangaç, yetersiz ve kendini aşağı hisseden bir ego, aslında üstünlük için güçlü bir arzu besler. Birçok kişi, içinde bulundukları durum ya da karşılaştıkları insanlara bağlı olarak üstünlük ve aşağılık duygulan arasında gidip gelir. Kendi içinizde bütün bilmeniz ve gözlemlemeniz gereken şudur: Kendinizi herhangi birinden üstün ya da aşağı hissettiğinizde, bu egodur.

 Elbette ki kendimi kurban olarak gösterdiğim bir rolü oynamaya başladığımda, sona ermesini istemem ve bunun için, her terapistin bildiği gibi, ego "sorunlarının" sona ermesini istemez, çünkü kimliğinin bir parçası haline gelmişlerdir.

Sık sık adına "âşık olmak" denilen şey, aslında birçok durumda egosal arzuların ve ihtiyaçların yoğun-laşmasıdır.

İnsanlar kendilerini ne kadar rolleriyle tanımlarlarsa, ilişkileri de içtenliğinden o kadar uzaklaşır.

Mutluluğu aramayın. Ararsanız bulamazsınız, çünkü arayış, mutluluğun antitezidir. Mutluluk daima kaçıcıdır. ama mutsuzluktan özgürleşmeyi hemen başarabilirsiniz; hikâyeler uydurmak yerine gerçeklerle yüzleşerek. Mutsuzluk doğal iyihğinizi ve içsel huzurunuzu, dolayısıyla gerçek mutluluk kaynağınızı gizler.

 Acı çekmek, sizi derinliğe ulaştırır. İşin ilginç yanı, acı kendini biçimle tanımlamaktan kaynaklanır ve kendini biçimle tanımlamakla kaybolur. Acı büyük ölçüde egodan kaynaklanır ama acı çekmek zaman içinde egoyu yok eder; ama bilinçli şekilde acı çekmeye başlayana kadar değil.

Acı çekmenin soylu bir amacı vardır: Egonun yanıp yok olması ve bilincin evrimi.  Acı çekmeye direndiğiniz sürece, acı daha uzun sürecektir, çünkü da-ha fazla ego yaratacaktır. Ama acıyı kabullendiğinizde, bilinçli bir şekilde acı çektiğiniz için süreç belirgin şekilde hızlanır.

Birçok çocuğun içinde gizlenmiş, ebeveynlerine yönelik öfke ve kırgınlık vardır ve bu duygu, genellikle ilişkilerinde samimiyetsizlik yaratır.

Sevgi, kendinizi başka birinde görmektir. O zaman karşınızdaki kişinin "başkalığı" sadece İnsan boyutundaki bir illüzyon olarak kendini gösterir. Her çocuğun içindeki sevilme özlemi, aslında bu tanınma özlemidir; biçim seviyesinde değil, Varlık seviyesinde.

Rol yapmadığınızda, yaptığınız şeyde ego olamaz. Tamamen kendiniz olduğunuzda, en güçlü, en etkili siz olursunuz. Ama kendiniz olmak için çabalamayın. Bunu ya da şunu yapmak için çabalamaya başladığınız anda, rol yapıyorsunuz demektir.

Temelde, aslında kimseden üstün ya da aşağı değilsinizdir. Gerçek özgüven ve gerçek tevazu, bu anlayıştan doğar. Egonun gözünde, özgüven ve tevazu birbirine zıttır. Gerçekte ise aynıdırlar ve tektirler.

Egonun tutsağı olan bir kişi, acı çekmeyi acı çekmek olarak algılamaz, herhangi bir duruma verilecek en doğru tepki olarak görür.

huzur, egonun sona ermesidir.


 Kendi içinizde bütün bilmeniz ve gözlemlemeniz gereken şudur: Kendinizi herhangi birinden üstün ya da aşağı hissettiğinizde, bu egodur.

 İnsanlar kendilerini ne kadar rolleriyle tanımlarlarsa, ilişkileri de içtenliğinden o kadar uzaklaşır.

 Mutsuzluğun öncelikli nedeni asla durum değil, durumla ilgili düşüncele-rinizdir.

Mutluluğu aramayın. Ararsanız bulamazsınız, çünkü arayış, mutluluğun antitezidir.

Egonun tutsağı olan bir kişi, acı çekmeyi acı çekmek olarak algılamaz, herhangi bir duruma verilecek en doğru tepki olarak görür. Kendi körlüğünde, ego kendisi ve başkaları üzerinde yarattığı acıyı görmez. Mutsuzluk, egonun yarattığı salgın bir zihinsel-duygusal hastalıktır. Gezegenimizin çevre kirliliğine eşit bir miktara sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz. Öfke, endişe, nefret, kırgınlık, hoşnutsuzluk, kıskançlık, gıpta vb. olumsuz olarak algılanmaz, tamamen yanlış değerlendirilir ve başka biri ya da bir dış etkenden kaynaklandığı iddia edilerek haklı çıkarılır. "Acım için seni sorumlu tutuyorum." Egonun söylediği şey budur.

Olumsuz bir durumda olduğunuzda, içinizde o olumsuzluğu isteyen, onu zevk olarak algılayan ya da istediğinizin o olduğuna sizi inandıran bir şey vardır. Aksi takdirde, kim olumsuzluğa takılı kalmak, kendilerini ve başkalarını üzücü durumlara sokmak, kendi vücudunda hastalık yaratmak ister ki? Dolayısıyla, içinizde bir olumsuzluk hissettiğiniz her seferinde, eğer içinizde bundan zevk alan bir şeyin varlığını fark ederseniz, hemen egonun farkına varmaya başlarsınız. Bu olduğu anda, kimliğiniz egodan farkmdalığa kayar. Dolayısıyla ego zayıflar ve farkmdalık güçlenir.

Adına paranoid şizofreni ya da sadece paranoya denen zihinsel hastalık, temelde egonun abartılmış halidir ve zihnin temelde yatan bir korkuyu haklı çıkarmak için uydurduğu bir hikâyeden ibarettir.

 İçinizdeki ego ne kadar güçlüyse, o kadar büyük olasılıkla hayatınızdaki sorunlar için başka insanları suçlarsınız.  Sizin de başkaları için hayatı zorlaştırma olasılığınız yüksek olur. Ama elbette ki bunu kendiniz göremezsiniz. Durum daima başkalarının size bir şeyler yapması şeklindedir.

Şu anda tam olarak yüzleşilmeyen ve içeriği görünmeyen herhangi bir olumsuz duygu, tamamen çözülemez. Arkasında mutlaka bir acı kalıntısı bırakır.

Ağır acı bedenlere sahip insanlar, genellikle hafif acı bedenlere sahip insanlara oranla ruhsal açıdan daha çabuk uyanırlar.

Acı beden, acıktığında ve kendini yenileme zamanı geldiğinde, uykusundan uyanır. Buna ek olarak, herhangi bir zamanda herhangi bir olayla tetiklenerek de hare-kete geçebilir. Beslenmeye hazır olan acı beden, en önemsiz olayı, birinin söylediği ya da yaptığı bir şeyi ve hatta bir düşünceyi tetik olarak kullanabilir. Eğer yalnız yaşıyorsanız ya da o sırada yakınınızda kimse yoksa, acı beden sizin düşüncelerinizle beslenir. Aniden, düşünce sisteminiz belirgin bir şekilde olumsuz hale gelir.

Siz ego değilsiniz, dolayısıyla kendi egonuzun farkına varmanız, kim olduğunuzu bildiğiniz anlamına gelmez; sadece kim olmadığınızı bildiğiniz anlamına gelir. Ama kim olmadığınızı bilmek, gerçekte kim olduğunuzu bilmek yolundaki en büyük engeli aşmak demektir.

Kimse size kim olduğunuzu söyleyemez. Eğer söylerse, bu başka bir kavram olur ve yine değişemezsiniz. Kimlik, inançsızlığı gerektirir. Aslında, her inanç bir engeldir. Zaten her kimseniz o olduğunuzdan, kim olduğunuzun farkında olmanıza bile gerek yoktur. Ama farkındahk olmadan, gerçek kimliğinizi bu dünyaya gösteremezsiniz. Gerçek kimliğiniz, ifade edilmemiş bir şekilde olduğu yerde kalır. O zaman da bankada 100 milyon dolan varken sokakta dilenen yoksul bir adam gibi olursunuz, çünkü onun da sahip olduğu zenginlik ifadesini bulmamıştır.

 Kendinizi bilmek, kendiniz olmak- tır ve kendinizi bilmek, kendinizi içerikle tanımlamaktan vazgeçmek demektir.

 Sadece başınıza gelenlere direndiğiniz zaman olanların merhametine kalırsınız ve o zaman mutlu ya da mutsuz olacağınıza dünya karar verir.

Egosuzluğu gelecekteki bir hedef haline getirip buna ulaşmak için çalışamazsınız. Elde edeceğiniz tek şey, daha fazla tatminsizlik, daha fazla içsel çelişki olur, çünkü daima henüz oraya ulaşmamış, henüz o duruma gelmemiş gibi görünürsünüz. Egodan kurtulmak geleceğe dönük bir hedef olduğunda, kendinize daha fazla zaman verirsiniz ve daha fazla zaman da daha fazla ego demektir.

Bu yüzden, kendinize daha fazla zaman yüklemek yerine, zamandan kurtulun. Zamanı bilincinizden silip atmak, egoyu ortadan kaldırmak demektir. Bu, tek gerçek ruhsal uygulamadır.


Varlığın mutluluğu - tek gerçek mutluluk - size herhangi bir biçim, mülk, başarı, kişi ya da olay olarak gelemez. Dahası, mutluluk size kendiliğinden gelemez. Sadece içinizdeki biçimi olmayan boyuttan, içinizdeki bilinçten, yani gerçek sizden yükselebilir.

Güçlü bir ruhsal uygulama, hiçbir şekilde onarmaya çalışmadan, egonun zayıflamasına izin vermektir.

Aynı şekilde, İsa vaazlarından birinde şöyle der: "Bir yere çağrıldığında git, en son sıraya otur. Öyle ki şölen sahibi içeri girdiğinde sana, 'Arkadaşım, lütfen daha yüksek yere buyur!' desin. İşte o zaman seninle birlikte sofrada oturan herkesin önünde saygınlık kazanırsın. Çünkü kendini yükselten kişi alçaltılacak, kendini alçaltan kişi yükseltilecektir."

Çağlar boyunca birçok şair ve bilge, bu gerçek mutluluğun - ben buna Varlığın mutluluğu diyorum - basit ve  görünürde önemsiz gibi gelen şeylerde bulunduğunu gözlemlemiştir. Çoğu insan, başlarına önemli bir şeyin gelmesi beklentisiyle, sürekli olarak aslında hiç de önemsiz olmayan ama önemsiz gibi görünen şeyleri kaçırırlar. Ünlü düşünür Nietzsche, ender derin dinginlik anlarından birinde, şöyle demişti: "Mutluluk için aslında ne kadar az şeye gerek var! Aslında en küçük şey, en belirsiz şey, bir kertenkelenin sürünürken çıkardığı hışırtı, bir nefes, belli belirsiz bir bakış; en büyük mutluluklar en küçük şeylerden kaynaklanır.

Peki neden "en büyük mutluluklar en küçük şeylerden" kaynaklanır? Çünkü gerçek mutluluğun nedeni bir şey ya da bir olay değildir ama ilk bakışta öyle görünür. Şey ya da olay bilincinizin sadece küçük bir kısmını oluşturacak kadar belirsiz ve dikkati çekmeyen boyutlarda olabilir; geri kalanı içsel boşluktur ve biçimle engellenmeyen bilinçtir. İçsel boşluk bilinci ve gerçek kimliğiniz, temelde tektir. Diğer bir deyişle, küçük şeylerin biçimi, içsel boşluğa yer bırakır.

Bütün yaratıcılık, içsel boşluktan kaynaklanır. Yaratılış gerçekleştikten ve bir şey biçim bulduktan sonra, "ben" ya da "benim" kavramının doğmaması için uyanık olmanız gerekir. Yaptığınız şey için başarıyı kendinize mâl ederseniz, ego geri döner ve boşluk kaybolur.

Hayatınızın bir iç amacı ve bir de dış amacı vardır. İç amacı Varlık ile ilgilidir ve önceliklidir. Dış amacı ise bir şeyler yapmakla ilgilidir ve ikincil öneme sahiptir.

İç amacınız uyanmaktır. Bu kadar basit. Bu amacı, gezegen üzerindeki herkesle paylaşıyorsunuz; çünkü bu insanlığın amacıdır. İç amacınız, bütünün, evrenin ve yükselen zekasımn amacının temel bir parçasıdır. Dış amacınız zamanla değişebilir. Kişiden kişiye büyük farklılıklar gösterebilir. İç amacınızı bulmak ve uygun şekilde yaşamak, dış amacımzı gerçekleştirmek için şarttır. Gerçek başarının temeli budur. Bu olmazsa, çaba, mücadele, kararlılık ve sıkı çalışma ya da kurnazlıkla yine de başarılı olabilirsiniz.  Ama bu tür bir başarıdan mutluluk duyamazsınız ve bu değişmez bir şekilde sonunda acıya yol açar.

 Gelecekte sizi bekleyen şey, şimdiki bilinç durumunuza bağlıdır.

Coşku ve ego birlikte var olamazlar. Biri diğerinin yokluğu anlamına gelir.

Yaptığınız şeyden aldığınız zevk bir hedef ya da vizyonla birleştiğinde, coşkuya dönüşür.



                                                                                                                                        HALİT SARI