KATEGORİLER

TARİHE NOT DÜŞMÜŞ ŞAHSİYETLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TARİHE NOT DÜŞMÜŞ ŞAHSİYETLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Kasım 2014 Cumartesi

EINSTEIN GİBİ DÜŞÜNMEK

EINSTEIN GİBİ DÜŞÜNMEK- KURALLARA KARŞI ÇIKMANIN VE GİZLİ DEHANIZI KEŞFETMENİN BASİT YOLLARI-KİTAP TANITIMI


Çeviren: Tuncer Büyükonat 
Yayın Yılı: 2001
Orjinal Adı: How to Think Like Einstein
 280 sayfa
Beyaz Yayınları




İÇİNDEKILER
Bölüm 1 Einstein'ın Sırn ................... .............. 1,
Bölüm 2 Einstein Gibi Düşünmek . ..... ............ 15
Bölüm 3 Doğru Problem . ........... .......... ..... . 29
Bölüm 4 Fikrin Kötüsü Olmaz ......... .. ........... 55
Bölüm 5 Kalıpları Kırmak ........... .................. 67
Bölüm 6 Tohumları Ekmek . ........ . . .. . . .....  87
Bölüm 7 Kurallara Karşı Çıkmak ................  135
Bölüm 8 Bir Çözüm Üretmek ......................  165
Bölüm 9 Büyük Acılardan Kaçınmak ... .........195
Bölüm 10 Organizasyonlarda Einstein Tarzı
Düşünme . ......... : . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 21 1
Bölüm 1 1 Günlük Yaşamda Einstein
Gibi Düşünmek . .. ......... ..... . . . . .... ............ 233
Ek A Einstein Tarzı Düşünme Formları ............ 253
Ek B Einstein'ın Denklemleri ...... . .......... . . ... 271
Yazar Hakkında ...............................................279

KİTAP HAKKINDA
Kitap herkesin elinde bulundurması gereken problem çözme ve sorunların üstesinden gelme problemini en büyük dahilerden birisi olan albert einstein üzerinden giderek anlamamıza yardımcı oluyor. tamamen başucu ve referans kitap niteliğinde. özellikle scott thorpe'n harika ve akıcı dili kitaba odaklanmanızı kolaylaştırıyor. okuyun okutturun

KİTAPTAN ALINTILAR :
"Sosyal çevrenin önyargılarına aykırı fikirleri çok az kimse ılımlı bir şekilde ifade edebilir. Çoğu insan bu tür fikirlert' üretmekten bile acizdir. " · -ALBERT EINSTEIN


Eğer bir problemi çözemediyseniz, büyük bir ihtimalle bir kuralın tekerlek izine takılmışsınızdır. Hepimiz belli kurallara uyarız. Kurallar gerçeği bulmamızı engelleyen kemikleşmiş düşünce-kalıplarıdır.  Fikirler tekrarlanarak kural haline gelir. Bir kural izi oluştuğunda, bununla çatışan bütün fikirler görmezden gelinir. Kurallar çok doğru göründükleri için yenilikçi düşüncenin gelişmesini önlerler.

Yeni büyük fikirler, hayati çözümler mevcuttur. Onlar geçerli düşüncenin hemen dışındadır. Aksi taktirde başka birisi onları zaten bulacaktır. Çözümsüz problemleri çözebilmek için kurallara karşı çıkmalısınız.

Einstein'ın problem çözme becerisinin, zekası ve bilgisiyle doğru orantılı oldugunu zannederiz. Oysa, bilgisi arttıkça problem çözme yeteneği azalmıştır. Bilgisi asgari düzeydeyken yenilikçiliği
azami düzeydeydi. Bu ilişki hatalıymış gibi görünür. Uzayın ve zamanın sırlannı çözen Einstein, yaşlı bilge profesör Einstein değildir. Henüz üniversiteye bile gitmeyen bir gençtir. İsviçre patent bürosunda çalışıyor ve çamaşır makinesi sıkıcıları üzerindeki yenilikleri gözden geçiriyordu. Bunun yanı sıra fizikle uğraşıyordu. Ve kuralları çiğniyordu. Einstein'ın çözdüğü ve bize E=mc2 sonucunu veren aslında eski bir problemdi. Bütün bir kuşak boyunca bilim adamları, ışığın neden gözlemciye göre hep sabit bir hızla gidiyor gibi göründüğünü bulmaya çalışıyordu. Bir
ışık ışınına yaklaşmanıza veya uzaklaşmanıza bağlı olmaksızın, ışığın hızı daima aynıdır. Bu bilimin en önemli ve şaşırtıcı problemlerinden biriydi. Birçok parlak kişi çözüme yaklaşmış, fakat bir kuralın varlığı yüzünden başarıya ulaşamamıştı. 

Yüzlerce yıl önce, Isaac Newton zamanın mutlak olduğuna karar vermişti. Daha hızlı veya yavaş değildi. Bu evrenin sabitiydi. Newton'un gerekçesi akla yakındı, ve fikir ondan sonra gelen her bilim adamının zihnine kesin ve derin olarak kazınmıştı. Bu bütün bilimsel bilgilerin temelinde yer almaktaydı. Bilim adamlarının "zaman mutlaktır" kuralına karşı çıkmaları düşünülemezdi
bile, ve bu yüzden de problemi çözememişlerdi. Einstein Newton'un "zaman mutlaktır" kuralım çiğnemekte bir sakınca görmedi. Sadece zamanın bir nesne için başka bir nesneden daha hızlı olabileceğini düşündü. Bu problemi tamamen değiştirdi.  Einstein bilimin en zor problemini bir kurala karşı çıkarak çözdü. Eğer kurallara karşı çıkmak Einstein'ın dehasının sırrı ise, kuralları çiğnemediği zaman problemleri çözebilme yeteneğinin azaldığı söylenebilir ki, olan da tam  anlamıyla budur. Fizikçiler Einstein'ın çalışmalarını incelerken yeni bir teori yarattılar. Bunun özünde belirsizlik kavramı, yani bazı sonuçların önceden kestirilemeyeceği düşüncesi vardı. Einstein belirsizliği sorunlu buluyordu. Gerekçesi ona evrenin önceden kestirilebilir olması
gerektiğini söylüyordu. Belirsizlikten nefret ediyordu. Tanrının evrenle zar attığına inanamıyordu. Buluşları durdu. Artık kendi sağduyusu yüzünden kafası karışan başka bir akıllı adamdı.


ABD Deniz Kuvvetlerinden Amiral Harry Yarnell Japonların Pearl Harbor baskını planını ilk olarak hazırlayan kişidir. En iyi rotaları saptamış, en iyi stratejiyi çizmiştir. Hatta 1932'de iki uçak  gemisiyle bunun nasıl yapılabileceğini de göstermiştir. Japon İmparatorluk Donanması fikrin değerini fark ederek bir Amerikan amiralinin planını Amerikan Donanmasına karşı yapacakları
saldırıya başarıyla uyarlamıştır. Amerikan savaş planlarını kullanmak kendilerini hiç rahatsız etmemiştir. Eğer işe yarayacaksa, kaynağına bakmadan uygulayın.



Einstein gibi düşünmek işe yarar, çünkü en güç problemleri çözmemizi önleyen en büyük engeller kafamızın içindedir. Kurallara karşı çıkmak zordur. İşte bu nedenden dolayı etrafta bir sürü akıllı insan, fakat çok az Einstein vardır. En güç probleminizi çözebilmek için en değer verdiğiniz kurallardan birine karşı çıkmak zorunda kalabilirsiniz. Henry Ford, Ford T'lerin seri üretimiyle bir servet kazanmıştı. Ama bu modelin üretimini bir kural haline getirmesi yüzünden aynı serveti kaybetmenin eşiğine gelmişti. Rakipleri giderek zenginleşen orta Einstein 'ın Sırrı sınıfa hitap eden süsleme ve seçeneklerle donatılmış arabalar üretiyordu artık. Henry kendi kurallarına karşı çıkamadığı çıkamadığı için siyah Ford T'leri üretmekte direterek pazar payını kaybetti.

"Bir şeyi tekrar tekrar deneyip farklı sonuçlar almayı ummak kadar belirgin bir delilik işareti yoktur." . ALBERT EINSTEIN


"Öğrenmeme engel olan tek şey eğitimimdir. " -ALBERT EINSTEIN


 Kurallara uymak üzere eğitildiğimiz için kurallara karşı çıkma yeteneğimiz zamanla körelir. Eğitim, sosyalleşme, ve standartlaşma bir araya gelip tekerlek izlerinin içinde kalmamızı alışkanlık haline getirirler. Einstein hiçbir zaman bir konformist olmadı. Biz sessiz bir profesör hatırlarız, fakat bize görelilik kuramını kazandıran Einstein'ın bir davranış sorunu vardı. Nadiren derse girer, zamanını laboratuarda geçirmeyi yeğlerdi. Zor bir eğitimdi ve Einstein özgürce hareket edebilmek
uğruna çok sıkıntı çekiyordu. Profesörleri ona üniversitede bir görev vermekte çekimser davranıyorlardı. Fakat Einstein o günün bilgilerini hocalarının körü körüne esiri olmadan edindi. Bu ona büyük bir üstünlük sağladı. Okulu bitirince, gerekenleri yapmayı, çoğunluğa uymayı
ve otoriteye saygı duymayı öğrenmeye devam ederiz. Yenilenmeye ihtiyacı olan kuruluşlar bile yeni düşüncelerin cesaretini kırarlar. Eğer bir toplantıda birisi çıkıp "çılgınca" bir öneride bulunursa, kimse, "Aman, böyle orijinal bir fikir bizi yeni bir çözüme götürebilir," demez. Bunun yerine gözlerini çevirip tartışmaya geri dönerler. Bize kuralları öğrenmek, kullanmak, ve saygı
göstermek öğretilmiştir.

"Kader, otoriteye karşı çıkmamı cezalandırmak için, beni bir otorite yaptı. " -ALBERT EINSTEIN



 Alexander Graham Bell'in sağırlara öğretmenlik yapma kariyeri, telefon üzerinde çalışmaya
başladığı zaman kendisine konuşmayla ilgili önemli bir esin vermiştir. Bir avantajı vardı: elektrikli aletler hakkında çok az şey biliyordu. Herkes telgrafı geliştirmeye çalışırken, Bell ses tellerini taklit etmekle uğraşıyordu. Telefon kendisini zengin ettikten sonra, kurallara tekrar karşı çıkabileceği yeni alanlara yöneldi. Bir adamı taşıyabilecek büyüklükte uçurtmalar imal etti, hidrofoyl (hızlandığında
kayaklan sayesinde su üzerinden yükselerek giden) tekneler inşa etti, ve fonografı geliştirdi.


''Bazen birinin bedavaya sahip olduğu bir şeye, başka biri çok b üyük bir bedel öder. " ALBERT EINSTEIN

"Gözlem yaparken, şans sadece \, hazırlıklı beyinlere yardımcı olur. " PASTEUR


Soru olmazsa yanıt da olmaz. Yanıtlara ve çözümlere ulaşmamızın nedeni iyi sorular sormamızdır

''Yirmi birinci yüzyılın cahilleri okuma yazma bilmeyenler değil, öğrenemeyen, aksini öğrenemeyen,
yeniden öğrenemeyenler olacaktır. " -ALVIN TOFFLER


Çözümlemek istediğiniz birden çok probleminiz varsa hepsi üzerinde yeterli çalışmayı yapamayacak olsanız bile yazın. Sadece bir problem listesini düzenli olarak gözden geçirmek bile ilginç fikirlere esin kaynağı olabilir. Çoğu problem, dikkat yetersizliğinden ötürü çözümsüz kalır. Dikkatimizi zor problemler üzerinde yeteri kadar toplamazsak bir çözüm kıvılcımı çakmaz. Fakat ne iş yapıyor olursak olalım, beynimiz gün boyunca problemlerle uğraşabilir. Zihnin sadece sizin bir çözüm isteyip istemediğinizi bilmesi yeterlidir. Bir problemi düzenli olarak düşündüğünüzde, bu yaptığınız onu kısaca gözden geçirmek bile olsa, beyninize bir çözüme gereksinim duyduğunuzu hatırlatmış olursunuz. Nöronlarınız
birbirleriyle konuşmaya başlar, ve en sonunda bazı yanıtlar bulununcaya kadar bu iletişimi sürdürürler.Parlak matematik dahisi Maria Agnesi, sık sık uykusundan bir probleme çözüm bularak uyanırdı. Çözümü ayrıntılarıyla yazdıktan sonra tekrar uyurdu. Çoğunlukla sabahları kalktığında yatağında bir çözüme ulaşan işlemlerle dolu sayfalar bularak hayrete düşerdi.


"Her şey olabildiğince basitleştirilmelidir, ama daha fazla değil. " -ALBERT EINSTEIN


Büyük fikirler büyüktür, çünkü onlara ihtiyaç vardır. Rahatsız edici yeni fikirleri dikkate almamız için, bazı nedenlerin bizi buna zorlaması gerekir. Bir çözüm bulma gereksinimi, zihinsel ve fiziki atıllığımızı yenmemizi sağlayacak denli şiddetli olmalıdır. Bundan dolayıdır ki, zorunluluk buluşun anasıdır diye bir deyiş vardır. Eğer bir ihtiyaç varsa, bir çözüm bulunabilir. "Sessiz Gece" adlı Noel ilahisi bir kilise orgunun bozulması nedeniyle yazılmıştır. Noel ayini için sadece bir gitar mevcuttu. Sonuçta, gitar eşliğinde söylenebilecek güzel bir ilahi bestelendi. Diğer bir dahi, Stephen Hawking, fizik kariyerine güzel bir kızla tanışması ve onunla evlenmek istemesi üzerine başladığını belirtmiştir. İyi bir işe ihtiyacı vardı. Hawking bir yuva kurabilmek için evrenin sırlarını çözdü. James Spangler sonradan Hoover elektrik süpürgeleri olarak ortaya çıkan icadı yaptı, çünkü kapıcılık işini devam ettirmek istiyordu. Ağır halı yıkama makinesini kaldıramayacak kadar yaşlıydı, ayrıca kalkan tozlar kendisini çok rahatsız ediyordu. Spangler halıları temizlemek için başka bir yol bulamadığı taktirde işinden ayrılmak zorunda kalacaktı ki, bu da onun göze alamadığı bir şeydi. Ve buldu.

Çözüm bulmanız için gerekli motivasyonu sağlayacak ödül ve sonuçlar yaratmalısınız. Çözmek istediğiniz problemi tanımladıktan sonra, başardığınız taktirde ne elde edeceğinizi belirleyin. Bu sizi heyecanlandırmalı, tahrik etmelidir. Bir çözüm üstünde ne zaman isterseniz çalışabilmelisiniz. Sizi havucu almaya iten problemler mutlaka çözülür.

-            "İsteğin büyük olduğu yerde, güçlükler büyük olamaz. " -NICCOLO MACHIAVELLI

Eğer yeterli motivasyonu sağlayamıyorsanız, iki seçiminiz vardır: Problemi çözmeyi bir kenara bırakmak veya ·yeni bir tutum yaratmak.


''Ne olmaya çalıştığınıza dikkat edin; çünkü siz, olmaya çalıştığınız kişisiniz. " -KURT VONNEGUT

 Kristof Kolomb batıya doğru seyrederek Asya'ya gitmek istemişti. Bu inanılmaz derecede aptalca bir
fikirdi. Önde gelen denizciler ve bilim adamları dünyanın yuvarlak olduğunu biliyorlardı. Fakat Asya'nın batıya seyrederek varılamayacak kadar uzak olduğunu da biliyorlardı. On beşinci yüzyılın gemileri bu yolculuğu yapabilecek nitelikte değildi. Eğer karşılarına Amerika kıtası çıkmasaydı, Kolomb ve  mürettebatı Hawai'nin güneydoğusunda bir yerlerde açık denizde açlıktan ölmüş olacaklardı. Kolomb'un bütün bilgileri yanlıştı, ama yanlış olmasına rağmen onu yüzlerce yıllık tekerlek izlerinin dışına çıkardı. Sonunda kendisine düşüncelerini test edebileceği kaynaklar ayrıldığında, çok parlak bir keşifte bulundu. Bu onun yapmak istediği, veya yaptığını sandığı keşif değildi, ama gene de önemliydi.
Sonraki yıllarda insanlar onun öyküsünü gerçeklerden öylesine arındırdılar ki, Kristof Kolomb bu önemli keşfi gerçekleştiren bilgilere ve açık bir vizyona sahip bir insan gibi tanıtıldı. Fakat aslında Kolomb dünyayı değiştirecek bilgiye değil, cesarete sahip olan bir adamdı. Bütün kötü fikirler, Kolombvari fikirlerdir. Aradığınız çözümü sağlayamayabilirler, ama gene de sizi hiç kimsenin ummadığı bir çözüme taşıyabilirler. Kolombvari fikirler değerlidir. Böyle fikirlerden olabildiğince
çok yaratın; sersemce görünecekler diye çekinmeyin.

"Hiç hata yapmayan insan, hiçbir şey yapmayan insandır. " -THEODORE ROOSEVELT

" Hayal gücü bilgiden daha önemlidir. " -ALBERT EINSTEIN

"Kendimi ve düşünce yöntemlerimi irdelediğimde, pozitif bilgiyi algılamada becerilerimden ziyade fantezi yeteneğimin daha etkili olduğu sonucuna vardım. " .ALBERT EINSTEIN

''Daha bilinenleri bile keşfedememiş olanlar, bilinmeyenlerle uğraşacak donanıma sahip görünüyorlar neredeyse. " -ERIC HOFFER

"Özel bir yeteneğim yok. Sadece çok meraklıyım. " -ALBERT EINSTEIN

''Eğer bir ağacı kesmek için sekiz saatim olsaydı, bunun altı saatini baltamı bilemek için harcardım. " -ABRAHAM LINCOLN

''İnançlı bir kişi sadece ilgili olan doksan dokuz kişiye eşittir. "  ---JOHN STUART MILL
 




Bir seferinde Einstein ve asistanına bir kağıt ataşı lazım olmuştu. Ama sadece kullanılmış ve bu yüzden eğilip bükülmüş bir ataş bulabilmişlerdi. Einstein bunu düzeltmeye yeltendi, ama bunun içinde bir alet lazımdı. Bu kez de büroda uygun bir alet aradılar. Alet araken bir kutu -ataş buldular. Einstein kutudan bir ataş aldı ve onu eski ataşı düzeltmek için kullanabileceği şekle sokmaya ça lıştı. Asistanı ona artık ellerinde bir kutu ataş varken neden hala eski ataşı düzeltmeye çalıştığını sordu. Einstein şöyle cevap verdi: "Önüme bir kere bir hedef koy-
;.dum mu, beni döndürmek çok zorlaşır." İşte bu, büyük : 1 çözümler üretmek için gerekli olan kararlılıktır. İyi bir fikri bir yanıta dönüştürmek zaman ve çaba gerektirir.


İki şey sınırsızdır: evren ve insanın aptallığı; ama ben evrenin sınırsız olduğundan pek o kadar emin değilim. -ALBERT EINSTEIN

"Sıradan beyinler kendi anlayışlarının ötesine geçen her şeyi genellikle reddederler. " -FRANÇOIS LA ROCHEFOUCAULD


-

30 Ağustos 2014 Cumartesi

YAVUZ SULTAN SELİM (2) -HAYATINDAN KESİTLER



  Bizi twitter'dan takip için: https://twitter.com/halitsari07
 KONUYLA BAĞLANTILI BİR ÖNCEKİ YAZIMIZ:

    

II. Bâyezîd'in 1512'de bıraktığı imparatorluk, 2.373. 000 km2 kadar bir büyüklük arzediyordu. Yavuz'un ölümünde İmparatorluk, 1.702.000 km2'si Avrupa'da, 1.905.000 km2'si Asya'da, 2.950.000 km2'si de Afrika'da olmak üzere 6.557.000 km2 üzerinde yayılıyordu. 8 yıl öncesine nazaran 2,5 mislinden fazla büyümüştü. 



Andrea Gritti, II. Bâyezîd hakkında  Venedik Senatosuna yolladığı bir raporunda  Yavuz hakkında şöyle demektedir:

"Boyu ortadan yüksektir... Hiç içki kullanmaz. Az yer. Ata binmekten pek hoşlanır... En sevdiği şey,av eğlenceleri ve atlı sporlardır. Dinî merasimlere pek riayet eder ve pek bol sadaka dağıtır. Felsefe ile meşgul olur... Tettebbû ve mütalâaları dışında, ordusunun ıslâhı ve tensikı ile uğraşmaktadır.... Yeniçeriler'in sayısını arttırdığı gibi, askerini, modern silâhlarla da teçhiz etmiştir.Bilhassa topçu ve süvâri teşkilâtı ve top nakliyatını, ciddî ıslâhata tâbî tutmuştur. Süvarisi ve donanması, şâhit olduğumuz hârikulâde hâdiselerin gerçekleşmesini te'min etmiş, pek sür'atli bir şekilde toplanıp yığılmaya muktedir bir hâle getirilmiştir" 



Yavuz'un tek şeyhulislâmı ise, Zenbilli Ali Efendi olmuştur. Babası devrinden kalmış, Yavuz'un ölümünden sonra Kaanûnî zamanında da vefatına kadar makamını muhafaza etmiştir. Zira o zamanlar şeyhulislâmlık, kaydıhayat ile idi. Meşîhat makamında bulunanlar, padişaha serbestçe hüküm verebilmeleri için, azlolunamazlardı. Nitekim Ali Efendi, Yavuz gibi nüfuz edilemez bir şahsiyetin,birçok müfrit hareketlerini önlemiş, hattâ padişaha sert cevaplar bile vermiştir. Yavuz, çok kızmakla berâber, kanunu bozmamış ve Ali Efendi'yi makamında bırakmıştır.



    Yavuz Sultan Selim'in saltanatı kısa sürmüş olsa da, Osmanlı İmparatorluğu'nun oğlu Süleyman döneminde altın çağını yaşamasına zemin hazırlamıştır. Sultan Selim, babasından devraldığı boş hazineyi ağzına kadar doldurmuştur. Yaygın bir efsaneye göre; hazinenin kapısını mühürledikten sonra, şöyle vasiyet etmiştir: "Benim altınla doldurduğum hazineyi, torunlarımdan her kim doldurabilirse kendi mührü ile mühürlesin, aksi halde Hazine-i Hümayun benim mührümle mühürlensin." Bu vasiyet tutulmuş, o tarihten sonra gelen padişahların hiçbiri hazineyi dolduramadığından, hazinenin kapısı Osmanlı'nın yaklaşık 400 yıl sonraki iflasına kadar Yavuz'un mührüyle mühürlenmiştir.





     Şah ismail ile oynadıkları satranç dillere destandır. Trabzon valisiyken, tebdili kıyafet Tebrize gider bir derviş kılığında, orada hanlarda kervansaraylarda satranç oynayarak önüne geleni yener. haber şaha ulaşır. 
"çağırın bir de benimle oynasın" der. 
selim şahı da yener. o vakit şah elinin tersini yavuzun göğsüne indirir: 
"bre derviş, sen edeb nedir bilmez misin? hiç şahlar mat edilir mi?" der.Aradan yıllar geçer, Yavuz Çaldıran'da Şah İsmail'i perişan etmiş, Şah ismail kaçmıştır. Yavuz ona bir mektup gönderir ve o gün ki tokadın intikamını aldığını söyleyerek: 
"atacaksan tokadı böyle atacaksın..." der.





"Yavuz Sultan Selim Han zamanında bir şâir yeni yazdığı şiirini pek beğenmiş ve sultana okumak dilemiş. tabii o zamanlar gerçek sanatkâra çok kıymet verildiği için, kısa zamanda huzura kabul edilmiş. selim han'ın yanında hasan can ve diğer vezirler de varmış. şâir zât, heyecandan sesi titreyerek şiirini okumuş bitirmiş, sonra da pâdişaha bakmış. Yavuz Selim han hiç tereddüt etmeden :
- "ama ben bu şiiri biliyorum." deyince, 
adamcağız şaşırmış;- "nasıl olur efendim, bu şiiri ben yazdım ve ilk defâ burada okuyorum." 
pâdişah - "istersen bir de ben okuyayım" demiş - 
"siz bilirsiniz." 
Selim Han gerçekten teklemeksizin adamın az evvel okuduğu şiirin aynısını okumuş. adam şaşkınlıklar içindeyken bu sefer hasan can atılmış:
- "bu şiiri ben de biliyorum sultanım. destur verirseniz ben de okuyayım." o da okumuş. sonra hemen yanındaki vezir ve diğerleri de sırayla okumuşlar. böylece huzurda şiiri okuyan on kişi çıkmış. şâir ne yapacağını şaşırmış;
- "nasıl oluyor anlayamıyorum efendim. ama bu şiiri gerçekten ben yazdım" diye kendini savunmaya çalışmış. 
neyse ki sonradan gerçeği anlatıp, adamcağızın gönlünü almışlar. pâdişah'ın duyduğunu bir seferde ezberlediğini, hasan can'ın iki ve diğerlerinin de sırayla artan sayılarda ezberleyebildiklerini söylemişler. böylece şâir de rahatlamış."






"Yavuz Sultan Selim, adalet karşısında hiçbir sarsıntı duymadan ona boyun eğen bir hükümdardı. bu sayede herkesi kendisine itaate meftun etmişti. onun yakınında bulunanlar da adaletinin ölçüsünü çok iyi bilirler ve işlerinde kıl kadar olsun sapma göstermemeye dikkat ederlerdi. bu yüzden olsa gerek, “inşallah yavuz sultan selim’e vezir olursun!” sözü bir hayır temennisi değil, bir beddua idi.




Mısır seferi, muazzam masraflara mal olmuştu. öyle büyük bir yürüyüş idi ki, o devre göre sefere katılanları canından bıktırmış, devamlı yorgunluk ve bıkkınlık içinde üzüntü ve ıstıraplara sürüklemişti. ordunun ve devletin lüzum ve ihtiyacı bitmek bilmiyordu. böyle bir seferi, dünyanın hiçbir şah, hiçbir padişah, hiçbir kral ve hiçbir imparatoruna nasip olmamış şekilde zafere dönüştüren yavuz, sefer sırasında hazinesinin sıfırlandığını gördü. ordu daha şam’a varmadan şiddetli bir para sıkıntısı baş gösterdi. bunun üzerine, şam tüccarlarının birinden elli bin altın borç alınıp yola devam edildi ve nihayet mısır ele geçirildi. düzen kurulup da ordu istanbul’a geri dönerken yavuz’un hem hazinesi, hem de ordusu artık milyonlarca altına sahip bulunuyordu. şam’a gelindiğinde padişah vaktiyle kendisinden borç aldığı tüccarı arattı. tüccarın öldüğünü haber alan ve hakkında tahkikat yaptıran defterdar dizdarzade mehmet çelebi, sanki bir define bulmuş gibi, büyük bir sevinçle yavuz’a hemen bir rapor sundu: raporunda, hazineye elli bin altın ödünç veren tüccarın, dünyada iki evlât bırakarak öldüğünü, bıraktığı mirasın milyonları geçtiğini, elli bin altını ödemek şöyle dursun söz konusu servetin bir kısmını varislere verip gerisine el koymanın savaş durumlarında mümkün olduğunu, böyle yapılırsa kimsenin buna bir ses çıkartamayacağını vs. yazıyordu.yavuz sultan selim, kendisine takdim edilen bu raporu dikkatle okudu ve hemen divit hokka isteyerek kendi eliyle sayfanın üst kısmına şu veciz cümleyi yazarak iade etti:
ölene rahmet; malına bereket; evlâtlarına sıhhat ve afiyet; gammaza da lanet!.. "






Günde 3 saat uyku uyuyup tahta kaşıkla tek çeşit yemek yermiş. Herhangi bir saray halkından ayırt edilmeyecek kadar sade giyinirmiş. Bunun sebebini soranlara da şöyle demiş:"Vezirlerin ve beylerin süslü giyinmeleri padişahlarına saygıdan ileri gelir. biz kime şirin görünmek için süslü giyinelim ki? bizim padişahımız Allah vücudun dışına değil içindeki cevhere bakar."




bir sefer hazırlığında, vezirlerinden biri ısrarla seferin yapılacağı ülkeyi sorunca, Yavuz ona:


-         sen sır saklamayı bilir misin? diye sormuş. vezir:


-    evet hünkarım, bilirim dediğinde, yavuz cevabı yapıştırmış:
         - ben de bilirim.

SAYGI VE RAHMETLE ANIYORUZ.

 

  Bizi twitter'dan takip için: https://twitter.com/halitsari07         HALİT SARI

Yararlanılan Kaynaklar:
yavuz sultan selim-yılmaz öztuna-bky yayınları
http://tr.wikipedia.org/wiki/I._Selim
https://eksisozluk.com/yavuz-sultan-selim--










26 Ağustos 2014 Salı

YAVUZ SULTAN SELİM



 Bizi twitter'dan takip için: https://twitter.com/halitsari07



YAVUZ SULTAN SELİM

Osmanlı imparatorluğunu cihan devleti haline getiren büyük Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim 1470 yılında Amasya’da doğdu. Babası sultan 2. Bayazıd annesi ise Dulkadiroğlu Alaaddin Bozkurd bey’in Ayşe Hatun’dur. 11 yaşına kadar babasının yanında Amasya’da ikamet etti. Bu süreç içerisinde bir süreliğine İstanbul’a dedesi Fatih Sultan Mehmet tarafından çağrılıp kısa süre eğitimden geçirildi. Hatta bu süreçte dedesi yavuz’ u sevmek için kucağına aldığında kafasını kaldırıp bir an olsun dedesine bakabildiğinden bahsetmiştir. Babası padişah olunca 11 yaşında İstanbul’un yolunu tutmuştur. 17 yaşına kadar eğitim gördükten sonra Trabzon sancak beyliğine tayin edildi. Bu sırada Şehzade Veliaht Ahmet amasya’da Şehzade Korkut Antalya’da Şehzade Şehenşah’ta Konya’da Sancak Beyliği görevini yürütüyorlardı. Yavuz Sultan Selim 2. Bayazıd’ın 8 çocuğundan birisidir. 24 yıl Trabzon Sancak Beyliği yapmıştır. Bu süreçte en önemli yaptığı şey Osmanlı sınırlarını Şah İsmail’e karşı korumasıdır. Babasının Şah İsmail’e karşı yürüttüğü politikaları yetersiz bulmuş. Bu yüzden babasına isyan etmişti. Babasına isyanda yenilip kaçmak zorunda kaldıysa da kendisi gibi düşünen devlet adamları ve askerlerin desteğiyle önce veliaht daha sonra padişah olmuştur. 1514 yılında şehzadeliğinden beri en büyük düşmanı Şah İsmail’i çaldıran mevkiinde mağlup etmiştir. 1515 yılında Dulkadiroğlu Beyliğine son vermiştir. 1516 Mercidabık, 1517’de Ridaniye zaferiyle memluk devletine son vermiştir. 1520 yılında ise ‘şirpençe’ hastalığı nedeniyle hayata gözlerini yummuştur. Padişah vefat ettiğinde 50 yaşında idi. 8 yıllık saltanatı boyunca Osmanlı topraklarını iki buçuk katına çıkarmış, hazineyi ağzına kadar doldurmuştu.



YAVUZ SULTAN SELİM’İN PORTRESİ

Saltanatı 8 yıl, 5 aydan 2 gün eksiktir.  Selîm, uzuna yakın orta boylu,
çatık kaşlı, sert bakışlı, matruş ve palabıyıklı, asabî mizaçlı, fevkalâde cesur, çok mâhir bir avcı,savaş san'atında emsalsiz bir kumandan idi. Devlet işlerinin, tasarlanmış bir program dâhilinde devam etmesi ve her meselede devlet ricalinin görüş ve düşünüşlerinden faydalanmayı isterdi. Günlerce düşünür, kararını verdikten sonra, büyük bir azim ve irâde ile, durmadan, dinlenmeden tatbikat ve icraata geçerdi. Bundan sonra, böyle bir karârın aleyhinde bulunacak olanları, eski teveccüh ve takdîrine bakmadan, derhâl îdâm ettirirdi. I. Selîm, uyuşuk bir hâle gelmiş olan devlet faaliyetine, bu mesaisi ile, yeniden bir canlılık ve cevvâliyet getirmiştir. Çok iyi işleyen bir câsus şebekesi vardı. Dünya siyâsetine tamâmiyle vâkıf bulunuyordu.  Devlet hazinesini daima dolu tutmak ister, debdebe ve ihtişamdan hoşlanmazdı, sâdeliği severdi. Milletleri idâre etmek hususunda büyük bir kabiliyet göstermişti. Ülkesinin her tarafında yalnız adaletin hâkim olmasını isterdi. Boş vakitlerini, âlim ve edîblerin meclislerinde geçirmekten hoşlanırdı. İlmi sever, ulemâya hürmet ederdi. Bilhassa târih, felsefe ve tasavvuf sahalarında geniş bilgisi vardı. Muhyiddîn İbni'l-Arabî'ye ve Celâleddin Rûmî'ye  karşı göstermiş olduğu hürmet ve alâka, onun, Vahdet-i Vücûd felsefesine mâil olduğunu gösterir. Şark dillerine ve bilhassa Farsça'ya, tam mânâsiyle vâkıftı. Sultan I. Selîm'e, tarihte geçen en büyük hükümdarlar arasında yer vermek, doğru ve haklı bir hareket olur". Yavuz, Osmanlı hükümdarları içinde, askerlik dehâsı bakımından büyük-babası Fâtih'ten sonra
gelir. Siyâset ve devlet adamı olmak bakımından da Fâtih ve oğlu Kaanûnî'den sonradır. Fâtih'ten ve babası II. Bâyezid'den sonra, Osmanoğulları'nın en bilginidir. İslâm ilimlerine ve 3 büyük Doğu edebiyatına, fevkalâde vâkıftı (büyük-babası Fâtih ve oğlu Kaanûnî gibi Batı dillerini öğrenmemişti).
Boş zamanlarında daima okur ve padişahlığında okurken gözlük kullanırdı. Sakal bırakmamıştır. Bu sûretle II. Osman ve VI. Mehmed'le berâber, Osmanlı hükümdarları içinde, sakalsız 3 şahıstan biridir. Bütün Türk edebiyatında Farsça'yı en iyi kullanan şairlerinden biridir. Farsça Dîvân'ı, gerçek
bir san'at eseridir (Almanya'da basılmış, Türkçe'ye de çevrilmiştir). Ancak birkaç parça Türkçe şiir yazmıştır. Halbuki rakîbi Şâh İsmâîl, daha çok Türkçe şiir söylemiştir. Ancak Şâh İsmâîl, bilhassa halkın dili olduğu için, Şîî propagandası maksadiyle Türkçe'yi kullanmıştır. Yavuz, şiirlerinde, yalnız
bir san'atkâr hüviyetiyle görünür. Başkaca bir gayesi yoktur. Şiirlerinde çok mütevâzı'dır. Ancak ona izafe edilen meşhur Türkçe kıt'ada büyük bir gurur hissedilir:

Merdüm-î dîdeme bilmem ne füsûn-etdi felek
Giryemî kıldı füzûn-eşkimi hûn-etdi felek
Şîrler pençe-i kahrımda olurken lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebûn-etdi felek




 Bizi twitter'dan takip için: https://twitter.com/halitsari07        HALİT SARI


yararlanılan kaynaklar:
Yılmaz ÖZTUNA-Yavuz sultan selim-BKY Yayınları

22 Haziran 2014 Pazar

ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR




nİlme ayrılmış bir ömür. Sayısız nice eser. Kargaşa ve kaosun içinde açan bir fidan:
ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR 
 
 
n


    1878 Yılında Antalya İlinin Elmalı İlçesinde doğdu. ‘Elmalılı’ mahlası buradan gelir. Babası hoca numan efendi, annesi fatma hanımdır. Babası şeriye katipliği yapmıştır. Annesi de Elmalı’nın ileri gelenlerinden alim Esad Efendi’nin kızıdır. 

İlk ve orta tahsilini elmalı’da rüştiyede gördü. Arapça ve ilim öğrenmek için dayısı  Hoca Mustafa Sarılar Efendi ile birlikte 1895'de İstanbul'a geldi. Kayserili Mahmud Hamdi Efendi'nin Beyazıt Camii'ndeki derslerine devam etti. Of'lu Mahmut Kamil Efendi'den fıkıh dersleri aldı. Devrin ileri gelen değerli hocalarından ders görerek icâzet aldı.

     Mekteb-i Nuvvab'a girdi ve buradan birincilikle mezun olarak kadılık icazeti aldı. 1905'ten itibaren Beyazıt Camii'nde talebelere ders vermeye başladı ve bu hizmeti 1908 yılına kadar devam etti. Bu arada Şeyhülislamlık'ta Mektubi Kalemi'ne dahil edildi. Bir yandan da Nuvvab'da ve Mülkiye Mektebi'nde ahkam-ı evkaf, Medrese-t-ül Vaizin'de fıkıh, Süleymaniye Medresesi'nde mantık derslerini okutmayı sürdürdü

     1908 yılında dersiâm oldu. Devrin ünlü hattatları Sami Efendi ve Bakkal Arif Efendi'den hat dersleri aldı. Mustafa Kemal Atatürk'ün Kur'an-ı Kerim'i ilk kez Türkçe tefsir etmesi için vazifelendirdiği Mehmet Âkif Ersoy'dan sonraki ikinci kişidir.


     1909 yılında Mülkiye Mektebi'nde Ahkâm-ı Evkâf ve Arâzî dersleri okutmuş ve yine aynı yıllarda Mekteb-i Kuzâtta "Fıkıh" dersleri vermiştir. Daha sonra Darü'l-Hikmeti'l-İslâmiye (Şeyhü'l-İslâmlığa bağlı Yüksek Müşavere Heyeti) üyeliğine ve bir müddet sonra da başkanlığına tayin edilmiştir. I. Dünya Savaşı'ndan sonra Evkaf Nazırlığı'nda bulunmuş ve bu sırada Âyan Meclisi üyesi olmuştur.

     Varlığın ve bilginin bilimsel olarak araştırılması (Felsefe) ile de ilgilenen Elmalılı Hamdi Yazır, batılı yazarların eserlerini de tercüme etmiştir. Bu eserlerde ileri sürülen konulara eleştirel yaklaşım sergileyen Elmalılı Hamdi Efendi, felsefe ve din arasında cereyan eden tartışmalara çözüm bulmaya çalışmıştır. Filozofların gerçeği kavrayamadıklarını belirtmiş, akıl ile iman bütünleştiği zaman gerçeğin kavranıp doğrulanabileceği fikrini savunmuştur.


Hak Dini Kur'an Dili (Kuran'ı Kerim'in Türkçe Tefsiri)

      Atatürk'ün Elmalı'ya yazdırdığı tefsir olup günümüzde de önde gelen İslam alimleri tarafından da hala en güvenilir tefsir olarak kabul edilmektedir. Atatürk'ün Diyanet İşleri Başkanlığı'na verdiği talimatı üzerine yazdırıldı. 1926'da Diyanet İşleri Riyaseti 'Kur'an'ı çağın icablarına göre yeniden tefsir edebilecek bir alim aradı. Sonunda vazifeli talimat üzerine Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'a verildi. Devlet eliyle yazdırılan bu tefsirle Atatürk bizzat ilgilendi.

Tefsirin özelliği islam aleminde son zamanlarda yazılan en teferruatlı,en güvenilir ve kuranı günümüze göre yorumlamada öne bir çıkan bir eser olmasıdır.



Kur'ân-ı Kerîm’in tefsiriyle birlikte meâlini de yazan Elmalılı, 1926’da başladığı görevi 1938’de tamamladı. Fakat elmalılı ayrı bir meal yazmamış. Mealini tefsir içinde yazmıştır. Şimdiki mealler tefsirin için alınıp tek meal haline getirlmiştir.

Çağdaşları arasında benzerine az rast­lanan geniş kültürlü mütefekkir bir din âlimi olan Elmalılı Muhammed Hamdi aynı zamanda sanatçı bir kişiliğe sahipti. Türkçe, Arapça ve Farsça şiirler yazmasına rağmen edebî yönüyle pek tanınmamıştır.

Eserlerinde kullandığı dil üzerinde yapılan incelemelerden anlaşıldığına göre Elmalılı yazılarında genellikle sade Türkçe kelimeleri tercih etmiş, ancak Türk dilinin öz malı haline gelen Arapça, Farsça ve Batı kaynaklı kelimeleri de ihmal etmemiştir.

İlmî ve dinî konulara ilişkin yazılarında ise oldukça ağır ve ağdalı bir üslûp kullanmış, yer yer seçili cümleler kurmuş, mantık örgüsü sağlam uzun cümleler kullanmakta başarılı olmuştur.

Muhammed Hamdi, İslâmî ilimlerdeki derin vukufunun yanı sıra felsefî düşünce ve pozitif ilimler alanında da sağlam bir anlayışa sahipti. Nitekim dinî endişelerle pozitif ilimlerin önüne engel konulmaması gerektiğini kuvvetle savunmuştur.


Elmalılı’ya asıl ününü kazandıran ese­ri Hak Dini Kur’an Dili adlı meşhur tefsiridir. ilim aşkı kadar sanata da düşkün olan Hamdi Efendi, bir aralık şiir ve musikiyle de meşgul olmuş, Türkçe, Arapça ve Farsça şiir yazmıştır. Aynı zamanda hat sanatında icazet almış, tezhip ve cilt sanatıyla da yakından meşgul olmuştur. Sülüs, nesih, ta'lik, celi sülûs, celi ta'lik çeşitlerinde eserler vermiş, ayrıca rik'a ve icâcet hattını da iyi bilmektedir.

Muhammed Hamdi tasavvufla da ilgilenmiştir. Tefsirini hazırlarken vahdet-i vücud konusunda yer yer tenkit ettigi İbnü’l -Arabî’den bol miktarda iktibaslar yapması ve zaman zaman sufî meşrepli bir üslup kullanması tasavvufî temayülünün işaretleri sayılmalıdır. Nitekim Elmalılı Araf suresi 7/142. ayetin tefsiri sırasında bu temayülü ortaya çıkmıştır.

Sebilürreşad ve Beyanü'l-Hak gibi dergilerde yazmış. Dergilerde yazarken adını değilde ‘Elmalılı’ veya ‘Küçük Hamdi ‘ mahlasını kullanmıştır. Bu onun ne kadar tevazu sahibi birisi olduğunu göstermektedir.

Siyasetle ilgilenmiş ve antalya mebusluğu yapmıştır.

Eserleri:

1. Hak Dini Kur'ân Dili: kuranı kerim tefsiridir
2. Metâlib ve Mezâhib: Fransız felsefecilerden Paul Janet ile Gabriel Seay'ın beraberce yazdıkları eserin tercümesidir. Ancak sadece bir tercüme değil, aynı zamanda kıymetli dipnotlar ve son derece önemli bir takdimle esere ayrı bir katkı vermiştir.
3. Ahkâmu'l-Evkâf: Mülkiyede okuttuğu ders notlarıdır.
4. Mantık İstintaci ve İstikrâî: Fransızca'dan tercüme bir eserdir.
5. Makaleler: Değişik dergi ve gazetelerde yayımlanan 70 civarındaki yazıdan müteşekkildir.

27 Mayıs 1942′de, uzun müddet müp­telâ olduğu kalp yetmezliğinden Eren­köy’de damadının evinde vefat etti ve Sahrayıcedid Mezarlığı’na defnedildi.


Aşırı sigara tiryakisiydi. Günde 2-3 paket düzeyinde sigara içiyordu. Ölümüne sebep olan kalp yetmezliğinin sebeplerinden biride bu sigara alışkanlığının olduğu söylenmektedir.
Doğduğu kent olan Antalya Elmalı’da kendisi adına bir müze bulunmaktadır.


HAYATINDAN FARKLI KESİTLER

Yetişmesinde babası kadar annesinin de rolü büyüktür. Zîrâ bu anne, oğlunu küçük yaşta gurbet diyarlara göndermekte tereddüt etmemiş, evlâdını; "Seni ilim yoluna gönderiyorum. Şükürler olsun Allah'a, ne mutlu bana!" sözleriyle uğurlamıştır.

Hocasıyla kendi ismi aynı olduğundan, birbirinden fark edilmesi için hocasına Büyük Hamdi Efendi, kendisine de Küçük Hamdi Efendi lâkabı verilmiştir.

Hamdi Yazır, günümüzdeki profesörlüğe denk bir makam olan müderrislik imtihanında önemli bir başarı göstererek 1906 yılında Beyazıt Dersiamı olur. Ertesi yıl da birincilikle Hukuk Fakültesi'ni bitirerek, altın madalya ve beratla ödüllendirilir.

Hamdi Yazır, oldukça zeki, ilme meraklı ve gayretli bir simadır. Öyle ki, hıfzını kendi başına yapmıştır. Meselâ bir gece oğlunu yatağında göremeyen annesi, onu alt kattaki odada, bir mumun ışığında hafızlığa çalışırken bulur. Herkesten habersiz başladığı bu işi, hemen hemen yarılamış durumdadır. Büyük bir gayretle çalışarak, sanıldığından kısa bir sürede neticeye ulaşır.

Zekiliğinin bir delili de Fransızcayı 40 gün içerisinde hem de son derece ağır felsefe kitaplarını tercüme edecek kadar ileri bir seviyede öğrenmesidir.

Onun Fransızcayı öğrenmesiyle ilgili anlatılan şu hatıra, aynı zamanda bir din adamının hamiyet-i diniyesini göstermesi açısından da oldukça önemlidir. Elmalılı, Evkaf nazırıyken, Hüseyin Cahit'le aralarında şöyle bir konuşma geçer. Hüseyin Cahit ona, din adamlarının Arapçayı çok iyi bildiklerini, fakat Arapça bilgilerinin dörtte biri kadar bile yabancı dillerden birini bilmediklerini, şayet bilselerdi daha faydalı olacaklarını söyler. Sonra da hocalar arasında Fransızcayı hiç bilenin olmadığını, şayet misâli varsa tevbe edeceğini belirtir. Buna çok üzülen Hamdi Yazır, hemen sahaflardan Fransızca gramer kitapları alır ve çalışmaya başlar. Altı ay sonra Hüseyin Cahit'le karşılaşan Yazır, bir vesileyle konuyu dile getirir ve Hüseyin Cahit'ten kendisini imtihan etmesini ister. Hamdi Yazır'ın çok iyi Fransızca bildiğini gören Hüseyin Cahit ona niçin daha önce bildiğini söylemediğini sorar. O da umursamadığını fakat zamanla kendisine ağır geldiğini belirttikten sonra, Hüseyin Cahit'i elindeki ağır bir Fransızca kitabıyla imtihan etmek ister. Hüseyin Cahit de işin zorluğunu dile getirerek Yazır'ın Fransızca bilgisini teslim eder.

O dönemde Osmanlı medreselerinde ilim dili Arapçadır. Yazır, herhangi bir Arap ülkesine gitmediği hâlde Arapçayı da çok güzel konuşmaktadır. Hattâ o zamanlar İstanbul'da okuyan bir Arap talebe, onu Arap zannederek: "Hamdi Efendi Türkçeyi ne güzel öğrenmiş!" demiştir.7 Nitekim kendisi de Tefsir'inde konuyla alâkalı olarak şöyle demektedir: "Ben hâlis Anadolulu, öz Oğuz, Yazır Türk'üyüm. On beş yaşında İstanbul'a geldim. Ne Arabistan'a gittim, ne Türkistan'a. Ne İran'ı gördüm, ne Frengistan'ı. Öğrendiğimi bu vatanda öğrendim!"

1908’de ailesi İstanbul’a taşındı. Aynı sene Firdevs hanımla evlenen Hocaefendinin, bu izdivaçtan dört tane evladı dünyaya geldi; 1-Ahmed Muhtar(1910-1980) 2-Numan: 1916-1931 3-Hamdun: 1919-1988 4-Ve kızı Fitnat(1911-1946)

Hamdi Efendi , kısaya yakın orta boylu olup, vücudu küçük idi. Geniş göğüslü, beyaz tenli, siyah saçlı, kara gözlü, şirin bir zattı. Vefatına kadar saçları azalmamış ve pek ağarmamıştı. O kadar çok okuduğu halde hiç gözlük kullanmadı. Ömer Nasuhi Efendi, onun ahlakına şu sözlerle ışık tutar; “Mehmed Hamdi Efendi merhum; halûk(güzel huylu), mütevazı, kıymetşinas idi. Hiçbir kimsenin ilmi kıymetini tenkise kalkışmazdı, hiçbir kimsenin meşkûr mesaisini takdirden çekinmezdi…

Nasuhizade Mustafa Asım Yörük Efendi(vefatı:1942) Elmalılı Hamdi Efendi’nin vefatında şu dizeleri yazmış ve ebced hesabıyla vefat tarihine not düşürmüştür:
    Sensin ol bahri hakem,
dalgalanır leyl ü nehar
Feyz alır medrese-i dahilü sâhil Hamdi
Sen idin Sâd-ı zamân, İbn-i Kemal-i devran
Gösterilsin sana, ger varsa mümâsil Hamdi
Seni görseydi Gazali, der idi bi şüphe
Aferin ey müteferrid, mütekemmil Hamdi

Fikir Hüzmelerinden

“Kur’an her yüz senede bir tefsir edilmeli, ilim ve fennin ulaştığı en son bilgiler nazar-ı itibara alınmalıdır.”
“İran'da çıkan yünden, Avrupa'da bükülen ipten, Türk tezgâhında dokunan halıyı, Türk malı tanıdım. Bir binanın mimarisi Türk olmak için bütün kerestesi yerli olması lâzım değildir, diye işittim. Afrika madenlerinden çıkmış bir altının üzerinde bir Türk sikkesi gördüğüm zaman ona Afrikalının değil, bizim altınımız dedim. Ruhî Bağdadi’nin: Sanma ey hâce ki senden zer u sim isterler "Yevme lâ yenfe'u"de "kalb-i selim" isterler sözünü duyduğum vakit bunu Türkçeden başka bir lisanın Edebiyatına kaydedemediğim gibi, Türkçenin en güzel sözlerinden biri bilmekte tereddüt etmedim."

HikmetIi biIgi tecrübe iIe destekIenmiş ve uyguIanabiIir özeIIikIer taşıyan iIimdir. Hikmet iIim iIe sanatın birIeşmesidir.

kaynakça
n      http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/saheser-bir-tefsir-muellifi-mayis-2013.html












 
n
n