24 Mart 2012 Cumartesi

SEN VE HAYATINDAKİ “HİÇ” LER

Ve sen, dört duvarın soğukluğunu ruhunda yaşarken
bulduğun ince bir çatlaktan duyulmak için
sessiz çığlıklar attığın oldu mu hiç…?
Ve attığın, sessiz çığlıkların tüm dünyayı dolaştıktan sonra
tekrar sana döndüğü ve hiç ıskalamadan
seni tam ruhundan vurduğu oldu mu hiç…?
Ve ruhunda açılan bu yaraların, koca bir kara delik olmasına seyirci kalıp hatta bu durumu cömertçe desteklediğin oldu mu hiç…?
Ve yalnızlık; ruhunda bir acıyken
ve seni her gün, her saat, her dakika ve hatta her saniye kemirirken, çaresizliğin ve acizliğin ne olduğunu anladığın oldu mu hiç?
Ve seni, dışarıdan görenler; mutlu sanırken sen kendi içinde
tarifsiz bir yalnızlık ve dayanılmaz bir acı çektiğin oldu mu hiç…?
Ve yalnızlıktan, kurtulmak için çabalarken
çırpınışlarının çözüm yerine şimdiyi çekilmez kıldığını ve seni yakan ateşi daha da artırdığını fark ettiğin oldu mu hiç…?
Ve insanlardan, yardım isterken insanların,
senin yüzüne karşı iyi davrandıklarını;
fakat içlerinden seslice küfür ettiklerini duyduğun oldu mu hiç…?
Ve bunu duyduğun halde yalnızlık korkusu ile mücadele etme yerine ne kadar da iyi olduklarını söyleyip üstelik bir de teşekkür ettiğin oldu mu hiç…?
Ve herkesin senden çok şeyler beklediğini;
fakat hiç kimsenin sana, fazlasını değil
sadece gereken değeri bile vermediğini fark ettiğin oldu mu hiç…?
Ve hayatının anlamını, sorguladığın zamanlarda
bu soruyu cevaplandıramamana rağmen
hayatımın mutlaka bir anlamı olmalı
diye sayıkladığın bitmez saniyelerin oldu mu hiç…?
Ve bir suçlu ararken; hayatındaki tek suçlunun kendin olduğunu öğrenince kendinden bile kaçıp olmayan sığınaklara saklandığın oldu mu hiç…?
Ve bu sığınaklarda, yaşarken ya da öyle olduğunu zannederken
aslında geç fark edilmiş bir ölümün gereklerini yerine getirmeye çalıştığını anladığın oldu mu hiç…?
Ve bunun üzerine, niteliksiz bir ölüm için
kendi ölüm fermanını imzaladığın oldu mu hiç…?
Ve bu karar, uygulanırken hayatındaki sahte seyircilerin olmamasına
hem üzüldüğün hem de sevindiğin oldu mu hiç…?
Ve kendi ölümüne, ağlarken
gözyaşlarının tükenip akmadığı oldu mu hiç…?
Ve güne son dediğin anda, sana hazırlanan yatağın
buzdan daha soğuk olduğunu fark ettin mi hiç…?
Ve dondurucu soğu hissedip tekrar gözlerini açtığında
ayağa fırlayıp şükürler olsun Ya Rab! bu bir rüyaymış deyip
sevinç gözyaşları döktüğün oldu mu hiç…?
Ve yalnızlık denen kör düğümü çözmeye çalışırken tırnaklarını kırıp; acizleştiğin anlarda canını dişine takıp hem yaşamalıyım hem de başarmalıyım dediğin oldu mu hiç…?
Ve bunun üzerine gözyaşlarını hemen silip yalnızlık denen canavar seni yiyip bitirmeden, onu darağacında sallandırmayı başardığın oldu mu hiç…?
Ve sahip olabilmek için ona, bir damla misali görünürde güçsüz; fakat özünde güçlü ve damlalar gibi sabırlı olmak gerektiğini geç de olsa anladığın oldu mu hiç…?

OYSA BEN...

“Kaçmak istiyorum, çılgınlar gibi; fakat çıkış yolu yok mudur nedir…? Her kapıda kırılması zor kilitler var ve anahtarsa hiç taşımam… Ondan olsa gerek yenilirim tüm savaşlarda… Oysa yenmek için yalnızlığı; kırılgan ruhum, sahip olup da farkında olmadığı tüm silahları ile baş kaldırmalı ve meydan okumalı…”


Erdoğan UYSAL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder